Milli Eğitim Bakanlığı, 2012/2013 Öğretim Yılında 4+4+4 Eğitim Reformunu, 2013/2014 Öğretim Yılında da, Temel Eğitimden Ortaöğretime Geçiş ( TEOG)  sistemini de hayata geçirdi.

4+4+4 ‘Eğitim Reformunun’ yapıldığı dönemde, ÖDP, EMEP, TKP gibi sosyalist partiler ve üyelerinin çoğunluğunu  dünyaya sol pencereden bakan eğitim emekçilerinin oluşturduğu Eğitim Sen ve Eğitim İş gibi sendikalar; bu reformu değerlendirirken eğitim sektörünün piyasaya açılması, ticarileşmesi ve giderek özelleşmesi ve bu sürecin sonucu olarak eğitim emekçilerinin neoliberal üretim ilişkilerinin cenderesinde esnek, güvencesiz ve örgütsüz bir çalışma yaşamıyla başbaşa bırakılmasını esas almaları gerekirken; tam aksine bu argümanlar geri planda kalmış, mücadele ekseninin odağına, ne olduğu kendinden menkul bir laiklik anlayışı çıkarılmış ve yasanın hayata geçirilmesinin önüne geçmek için toplumsal kesimlerle birlikte bütünlüklü bir mücadele yürütülememiştir.

Bu parti ve sendikaların öne sürdüğü argümanların bir kısmı şu şekildeydi;

1-İmam-Hatip Liselerinde öğrenim gören öğrenci sayısı artacak, bu okulların orta bölümlerinin açılmasıyla da öğrenci sayılarında bir patlama yaşanacak.

2-Seçmeli Din Dersi paketinin, MEB ve okul idareleri tarafından öğrenci ve velilerin iradesi dışında seçtirilerek bütün okulların imam-hatipleştirileceği sağlanacak.

3-İlköğretimin 4+4 şeklinde kesintili hale getirilmesiyle kız öğrenciler okuldan uzaklaşarak çocuk gelinliğin önü açılacak.

Her iki uygulamanın da üzerinden, eğitim tarihi açısından beş yıl gibi kısa bir süre geçti. TEOG sistemi çöktü ve kaldırıldı, 4+4+4 Eğitim Reformu üzerinde de halen tartışmalar devam ediyor. 5+3’mü olsun, 5.sınıflara İngilizce dil öğretimi mi gelsin, şeklinde.

Biz, her iki uygulamanın da hayata geçirildiği yıllarda yazdığımız (Yerel gazete ve web siteleri), eğitim programı  yaptığımız (Şirinnar Radyo), sendikal (Eğitim Sen) ve siyasal mücadele yürüttüğümüz platformlarda elimizden geldiğince bu değişikliklerin neoliberal programın bir gereği olduğunu, değişikliklerin, laiklikle ilgili boyutunun, iktidarın hegemonya projesinin bir unsuru olduğunu, bu nedenle, bu değişikliklere karşı laiklik ekseninde yürütülecek bir mücadelenin boşa kürek çekme anlamına geleceğini, yürütülmesi gereken asıl mücadele hattının neoliberal uygulamaları hedefe koyarak anti-kapitalist bir rota izlemesi gerektiğini defalarca dile getirdik.

O dönemde Birgün Gazetesi Yazarı Sayın Ünal Özmen ve @super_titiz mahlaslı sosyal medya yazarıyla tartışma yürütmüştük. Gelinen aşamada, bu parti ve sendikaların laiklikle ilgili her üç iddiasının da doğrulanmadığını gördük. Bu iddialara ve sonuçlara bakacak olursak;

1-İmam-Hatip lise ve ortaokullarının öğrenci sayılarında ilk yıllarda bir yükselme olmuş fakat iddia edildiği şekilde bir patlama olmadığı gibi, 28 Şubat öncesi dönemde olduğu orana ulaşmış, ardından da 2016/2017 öğretim yılında öğrenci sayısında azalma olmuştur. Azalmaya da devam edecektir.

2-Seçmeli din dersi paketlerini seçen öğrenci sayısında ilk iki yıl hariç azalma olmuş, hatta paket içinde yer alan bazı dersler kaldırılmış ve sonuç olarak bu paketteki dersleri seçen öğrenci sayısı basında haber bile olmayacak düzeye gelmiştir. Sonuç olarak iddia edildiği gibi bütün okullar imam-hatipleşmemiştir.

3- İlköğretimin 4+4 şeklinde kesintili hale getirilmesiyle kız öğrenciler okuldan uzaklaşarak çocuk gelinliğin önü açılacak iddiası da gerçekleşmeyerek, her kademede cinsiyet oranında kızlar lehine artış olmuştur.

Bu yazımızda, sözkonusu sosyalist parti ve sendikaların gerçekleşmeyen iddialarından ilkini, yani imam-hatiplerle ilgili olanı mercek altına alacağız.

Çok geriye gitmeden ama bir fikir vermesi açısından 1989-1990 Öğretim yılından bu yana imam-hatip lisesi öğrencilerinin sayısına ve bu sayının genel ortaöğretim öğrencileri içindeki oranına bakmak gerekiyor. Çünkü bu liselere olan toplumsal talep, AKP Hükümetleri öncesi katsayı ve belirli bölümlere girememe gibi çeşitli yöntemlerle engellenmekteydi. Tablo aşağıdadır;

ÖĞRETİM YILI

TOPLAM ÖĞRENCİ SAYISI

İMAM-HATİP LİSELERİ ÖĞR.SAYISI

ORAN

1989/1990

1 329 010

92 585

6,97

1990/1991

1 462 632

100 300

7,03

1991/1992

1 582 347

117 706

7,44

1992/1993

1 580 729

142 362

9,01

1993/1994

1 954 750

168 828

8,33

1994/1995

2 007 688

173 628

8,65

1995/1996

1 716 143

186 688

10,88

1996/1997

2 072 698

192 727

9,3

1997/1998

2 065 168

178 046

8,62

1998/1999

2 013 152

192 786

9,58

1999/2000

2 019 501

134 224

6,65

2000/2001

2 128 819

91 620

4,3

2001/2002

2 316 832

71 742

3,1

2002/2003

2 579 747

64 534

2,5

2003/2004

3 014 392

84 898

2,81

2004/2005

3 039 449

96 851

3,18

2005/2006

3 258 254

108 064

3,31

2006/2007

3 386 717

120 668

3,56

2007/2008

3 245 327

129 274

3,98

2008/2009

3 837 164

143 637

3,74

2009/2010

4 249 139

198 581

4,67

2010/2011

4 748 610

235 639

4,96

2011/2012

4 756 286

268 245

5,63

2012/2013

4 995 623

380 771

7,62

2013/2014

5 420 178

474 096

8,74

2014/2015

5 691 071

546 443

9,6

2015/2016

5 807 643

555 870

9,57

2016/2017

5 849 970

506 516

8,65

          

(Not: İmam-hatip ortaokulları ve açıköğretim liseleri ile açık imam-hatip liselerinde kayıtlı öğrenci sayıları dikkate alınmamıştır.)

 

Tabloyu bakıldığında, 28 Şubat post-modern darbesinin  gerçekleştirildiği 1997 yılına kadar 6-9 aralığında seyreden, imam-hatip liselerindeki öğrenci sayısının toplam ortaöğretim liselerindeki öğrencilere oranı bu yıldan sonra keskin bir düşüş yaşayarak 2-4 aralığında seyretmiş, 2011 yılından itibaren ivmelenmiş, 4+4+4 Eğitim Reformunun hayata geçirildiği 2012 yılından itibaren de hızlı bir yükseliş seyrine girerek 9’lara kadar çıkmıştır. 2016/2017 Öğretim Yılından itibaren de yeniden düşüş trendine girmiştir.

Tablonun ortaya koyduğu bir gerçek de, imam-hatip liselerine olan toplumsal talebin, kısıtlama ve engellemelerin olmadığı, aksine siyasi iktidar tarafından maddi-manevi teşviklerin olduğu son dönemlerde bile 10 seviyelerinde seyrettiğidir. Sosyalist parti ve eğitim sendikaları imam-hatip liseleriyle ilgili yorum veya açıklama yaparken, bu tabloları yıllar itibarıyla bütünlüklü olarak değerlendirmek yerine, bu liselere olan talebin dip yaptığı 28 Şubat sonrası dönemi başlangıç noktası olarak alıp, açıklama veya yorum yapmaktadırlar. Sanki 28 Şubat öncesi yokmuş gibi yorum yapmak doğru olmadığı gibi etik de değildir. Ayrıca başta üyeleri olmak üzere bütün kamuoyunu yanıltmaktır.

Yine düşünce ve örgütlenme özgürlüğünün savunucusu durumunda olan sosyalist partiler ve sendikalar, din ve vicdan özgürlüğünün savunucusu olmalıdırlar. 1966 tarihli Siyasi ve Medeni Haklar Uluslararası Sözleşmesi, çocukların din eğitimine ilişkin bir vurgu içermektedir. Sözleşme’nin ilgili 18. maddesi şöyledir:

“Düşünce, vicdan ve din özgürlüğü

1. Herkes düşünce, vicdan ve din özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kendi tercihiyle bir dini kabul etme veya bir inanca sahip olma özgürlüğü ile tek başına veya başkalarıyla birlikte toplu bir biçimde, aleni veya özel olarak, dinini veya inancını ibadet, uygulama, öğretim şeklinde açığa vurma özgürlüğünü de içerir.

2. Hiç kimse, kendi tercihi olan bir dini kabul etme veya inanca sahip olma özgürlüğünü zayıflatacak bir zorlamaya tabi tutulamaz.”

Bu anlamda da sosyalist partiler ve sendikalar bu aşamadan sonra ağızlarına pelesenk ettikleri imam-hatip liseleri söylemini lügatlerinden çıkarmalı, bütün okullara ilişkin değerlendirme yapmalıdırlar. İmam-hatip söylemi, Kemalist laiklik anlayışına içkin arkaik bir söylemdir ve temel insan haklarına aykırılık içeren bir içerik ihtiva etmektedir.

Aslına bakılırsa imam-hatip liselerinde öğrenim gören öğrencilerin oranının artması başlı başına ne bir laiklik konusudur ne de laikliği aşındıracak bir meseledir. Toplumsal bir taleptir ve düpedüz eğitim hakkının konusudur.

Bu noktada laikliğe ve sekülerizme nasıl baktığımızı hatırlatarak, sosyalist parti ve sendikaların neden laiklik eksenli bir mücadele hattı yürüttüklerinde boşa kürek çekmiş olacaklarını ortaya koymaya çalışalım;

Laiklik; din ve devlet işlerinin ayrılması, devletin din kurallarına dayanmayıp, pozitif hukuka dayanması; devletin ve dinin birbirinden  bağımsızlaşması; devletin din ve inançlar karsısında tarafsız olması; dinsel görüş ve kurumların siyasal otoritenin dayanağı olmaktan çıkarılması, devlet otoritesinin ve siyasal otoritenin meşruluğunun tanrısal değil, dünyevi bir kaynağa yani halka dayanması; bilginin referansının tanrısal olmaktan çıkarılıp, tamamen beşeri-rasyonel bir temele oturtulmasını ifade eder.

Bu anlamıyla laiklik, üstyapı kurumlarından biridir ve kurumlara, yasalara, devlete, hukukun ve bilginin kaynağına ilişkindir. Toplumsal yaşamla ve toplumsal yaşamın belirlenmesi ve düzenlenmesi ile ilgisi yoktur.

Toplumsal alanı ve insanları ilgilendiren kavram sekülerleşme veya muhafazakârlaşmadır. Sekülerleşme; belli bir zaman dilimi içerisinde, modernleşmenin etkisi ile dinin, dinimsi mekanizmaların ve batıl inançların (doğaüstücülük ya da halk inançları) toplumsal düzeydeki prestijlerinin ve topluma etki etme güçlerinin göreceli olarak azalması demektir. Bu sürecin tam tersi yönde işlemesinin de muhafazakârlaşma anlamına geldiğini ileri sürebiliriz.

Dünyada ve Türkiye’da sekülerleşme paradigmasını inceleyen Ertit; sekülerleşmenin hızlandırıcıları olarak üç unsurun etkili olduğunu ileri sürer. Bu unsurlar kapitalizmin gelişimi, bilimsel gelişmeler ve kentleşmedir. Bilimsel gelişmelerin, kentleşmenin ve kapitalist üretimin gelişmiş olduğu ülkelerde, sekülerleşmenin yaygınlaştığı; aksine bu üç unsurun gelişmediği ülkelerde ise muhafazakârlaşmanın daha yaygın olduğunu görürüz.

Bu tespitlerden çıkaracağımız sonuç; sekülerleşmenin ve muhafazakârlaşmanın sözkonusu sosyalist parti ve sendikaların iddialarının aksine siyasal öznelerin politikalarıyla değil, üretim güçlerinin gelişiminin doğrudan etkilediği bilimsel gelişmeler, kentleşme ve kapitalizmin gelişimi ile doğrudan ilintili olduğudur.

Hal böyleyken; bu parti ve sendikalar asıl yapmaları gereken ve üretim ilişkilerinin emekçi sınıflardan yana değiştirilmesini esas alan anti-kapitalist, parasız, demokratik, bilimsel eğitim mücadelesi vermek yerine, doğruluğu kendinden menkul bir laiklik anlayışı çerçevesinde mücadele ederek, temsil ettikleri sınıfların ve üyelerinin de enerjilerini boşa çıkarmaktadırlar.

Konunun bir başka boyutu da eğitim hakkı, din-vicdan hürriyeti ve toplumsal değerlere saygı ile ilgili boyutudur. Kişisel tercih yaparak, çocuklarını imam-hatip liselerine gönderen yüzbinlerce ebeveynin, öğrencilerinin birileri tarafından gerici-yobaz yaftasıyla yaftalaması hiç de insani olmayan bir yaklaşımdır. Kaldı ki; bu liselerde okutulan müfredatın diğer liselerden bir eksiği bulunmamakta, sadece meslek liselerindeki meslek dersleri kadar din içerikli dersler bulunmaktadır. Sınıf ve emek mücadelesi yürüttüklerini iddia eden bu kurumlar, işçi ve emekçileri bölen ve parçalayan bu laiklik anlayışından en kısa zamanda uzaklaşmalıdırlar.

Sosyalist parti ve sendikaların imam-hatipleşme konusundaki öngörüleri hem açıkladığımız şekliyle laiklik-sekülerleşme-muhafazakârlaşma kavramlarında içerdiği anlamıyla, hem de imam-hatip liselerinde öğrenim gören öğrencilerin genel ortaöğretim öğrencilerine oranlarında yaşanan değişim anlamında gerçekleşmemiştir. Bundan sonraki yıllarda da tablodaki oranlar azalmaya devam edecektir. Çünkü sekülerleşmeyi hızlandıran kapitalizmin gelişimi, kentleşme ve bilimsel ilerlemeler bütün hızıyla devam etmektedir.

Tanımladığımız şekliyle Türkiye’de bir laiklik sorunu yoktur ve olmayacaktır. Çok yapısalcı olacak belki ama sekülerleşme ve muhafazakârlaşma konusunda ise iktidarların gücü, bu süreci ne hızlandırmaya, ne de yavaşlatmaya yetmeyecektir.

Sosyalist parti ve sendikalar; Kemalist laiklik anlayışının kurucusu ve temsilcisi CHP’nin bile son yıllarda terkettiği bu anlamsız yasakçı laiklik anlayışında ısrar yerine, enerjilerini anti-kapitalist bir mücadele hattına yoğunlaştırırlarsa, uzun süredir unuttukları emek eksenli mücadele hattı yeniden mücadelenin omurgası haline gelecektir. Sosyalist parti ve sendikaların varlık nedeni de esasen budur.

 

 

 

TEOG ve İmam Hatip meselesi üzerine. http://muhalefet.org/haber-teog-ve-imam-hatip-meselesi-uzerine-49-12027.aspx Erişim Tarihi: 11 kasım 2017

İmam-Hatip Değerlendirmeleri Gerçekçi mi? - Abdullah Damar http://muhalefet.org/yazi-imam-hatip-degerlendirmeleri-gercekci-mi-abdullah-damar-28-12060.aspx Erişim Tarihi: 11 Kasım 2017

TÜİK Eğitim İstatistikleri(Oranlar tarafımdan hesaplanmıştır.)  http://www.tuik.gov.tr/PreTablo.do?alt_id=1018 Erişim Tarihi: 11 Kasım 2017

 

Ertit, V. (2013) Sekülerleşme Teorisi. Muhafazakâr Düşünce Yıl: 10 - Sayı: 37 Temmuz – Ağustos – Eylül 2013

Ertit, V. (2014) Sekülerleşme Dinden Uzaklaşmanın Hikayesi. Liberte Yayınları. Ankara.