Bu hafta içimden hiçbir şey yazmak gelmedi.

Oysa her zamankinden çok yazacak konu vardı ve her zamankinden daha çok yazmalıydım.

 

Dize dize şiirlerim de süzülmüştü yüreğimden, bazen gözyaşımla süslediğim.

Ama kâğıda dökemediğim.


/

Şöyle sessizce bir yerlere çekilebilseydim.

Bir dağın doruklarına, rüzgâra karşı…

Ya da

Yemyeşil bir vadiye baksaydım tepelerden ya da akıp giden bir nehre…

Bir papatyanın yanı başına oturup, söyleşseydim onunla:

Yeşile nasıl yakıştığından başlasaydım sözlerime. Kendi başına büyüyüşüne nasıl gıpta edildiğini fısıldasaydım. Bir tanesinin saça takılmasında yüzlere gelen kocaman gülümsemelerin izlerini; arının taşıdığı tadında unutulmaz hoşluğu haykırsaydım.

 

Papatyaya olan ilgiyi kıskanarak bakan menekşeye göz kırpsaydım. Rengine hayranlığımı gözlerimden okutsaydım.

 

Kıpkırmızı kır lalesine uzansaydı elim. Renklerin en alası sakın bükme boynunu desem bir de buse kondursaydım.

 

/

Yeniden tepelere çıksam ve çırılçıplak dağları gezsem

Toprağı

Taşı

Gökyüzünü seyreylese gözlerim.  

 

Hevesim bir damla su!

Bir damla suya erişmeye kır bayır koşan ruhum.

Ruhum bir deniz, bir denize karışıp okyanusa kavuşsa.

Sonra

Sonsuzluk olsa…