Sevgiyi en iyi tatmanın, arınık-saf sevgiyi yaşamanın tek yolunun, bir çocuğun saçlarını okşamak, bir çocuğun gözlerine dokunmak, bir çocuğa gülümsemek olduğunu hepimiz biliriz. Bunları yaparken çocuğun aynamız olduğunun ve verdiğimiz sevgiyi bize geri yansıttığını da biliriz.

Biliriz de büyüdükçe kirlettiğimiz sevgiyi yeniden arındırma yoluna gitmeyiz.

Sevgiyi çıkarla ayar ederiz.

Bencilce…

Hem de en çok sevgiyi konuştuğumuz,

Sevgi üstüne kimseye söz bırakmadığımız zamanlarda.

Hırsa, çıkara, gurura yenik düşerek,

Minicik yüreklerde kâinatı taşırız da onun parçası olan insanı taşıyamayız.

Çünkü insan, insan ile çekişiyor!

Dünyanın bir tek kendisi için yaratıldığını sanıyor. Hatta kendisini dünyanın efendisi sanıyor.

Bu sanmalar nedeniyle ikinci insanın varolmasını, başarılı olmasını, güçlü ve iradeli olmasını kabul edemiyor. Kendisine ve öteki insanlara da dünyayı dar ediyor.

Ve sevgiyle yaşanacak bir dünya, kavgaların, savaşların dünyası olur.

/

Bir çocuğun topuna ayak vurun

Bir çocukla saklambaç oynayın

Bir çocukla söyleşin

Onunla kahkaha atın, onunla koşun, dans edin.

Sonra da sıkı sıkı sarılın ve “Seni çok seviyorum” deyin.

O da “Ben de seni seviyorum,” diyecektir. “Ne kadar çok seviyorsun?” sorunuza da “Uzun yollar kadar,” diyecek,  tıpkı Bilgekağan gibi.

/

Sevgide, insan ilişkilerinde çocuk olabilsek, çocuk kalabilseydik

Birbirimizle konuşmadan, gözlerimizle sevgiler gönderseydik,

İçten bir gülümsemeyle güven ve sevgi verseydik.

Uzun yollar kadar sevseydik…

Çocukça…

 

Sevgiyle