Onbeş gün öncesine kadar sokağa yayılan iğde çiçeklerinin kokusunu içime çekerek yürüyordum. Yalnızca çiçek kokularını burnumla içime çekmekle yetinemeyip, başımı yukarıya kaldırıp, gözlerimle de kokluyordum. Boyum ağacın dallarını koparmaya erişseydi, bir dalını da eve getirir, içime doldura doldura koklardım. Üç hafta önce sağanak yağmurla çiçekleri ve kokularını kaybettim. Bir saat süren sağanağa ben de yakalandım. Öylesine kuvvetliydi ki yağış, eve kadar gelebilmem mümkün değildi. Sırılsıklam eczaneye sığındım. Yağmur biraz sakinleştiğinde eve doğru yürüdüm. İğde ağacının altından geçiyordum ki, çiçekleri dökülmüş. Çiçeklerin dökülmüş olmasına üzüldüm. Ama kendimin üşüyor olması o an daha önemliydi. Sonraki günlerde de iğde kokularının arasında yürüyemeyeceği düşünmedim. Ertesi günü iğdenin çiçeklerini göremeyip, kokusunu alamadığımda anladım bu yılın iğde kokusunu kaybettiğimi. Sitenin dışındaki Alıç ağacına takıldı gözlerim. Baharın ilk günlerinde, yetişkin üç fidan olan Alıç ağacının ikisi kesilmişti. Geride cılız, gösterişsiz bir fidan kalmıştı. Başında da bir iki çiçek ancak vardı. Bu benim tanıdığım ağaç değildi. O, en zor zamanlarımda gücümü aldığım, sılamı kokladığım alıçımdı. Ona baktığımda içime sevinç gelir, zorları kolay ederdim. Oysa cılızlaştığından sonra ona bakmamaya çalıştım, görmezden geldim. Çünkü bu görüntü benim içimi coşturan, bahar güzelliği getiren göründü değildi. Oysa şimdi görmezden geldiğim, benimsemeğim görüntüyü aratacak görünümdeydi Alıç ağacı. Kalan tek fidan budanmış, erişilmesi çok zor olan üst dalları bırakılmıştı. Çiçekleri yoktu. Çok dikkatli bakılmazsa Alıç olduğu bile fark edilmezdi. Görmek, konuşmak istediğim, içimi coşturan görüntüler yoktu. Sağıma soluma bakınmadan, olabildiğince hızlı geçiyordum ağaçların yanından. Bir hafta önce bu nedir, nerededir diye, kendisini aratan ıhlamur kokuları doldu içeme. Öylesine güzel ve keskindi ki, bir an da ıhlamur çiçeği kokularının büyüsünde kayboldum. Neredeyse bütün yollar ıhlamur kokuyor. Yanımdan geçen hanımlarda benim gibi çiçek kokularına âşık. Bir kaç saniye durup kokuları içlerine derin derin çekiyorlar. Ağaçların altı oturmaya uygunsa, oturacak yer varsa bazen saatlerce oturuyorlar. Çiçeklerin kokuları olmasaydı hiç kimse ağaçların ne ağacı olduğunun farkında bile değildi. Farkında olmak için çaba da harcamıyordu. Alıç ağacı küme şeklinde, bembeyaz çiçekli, kıpkırmızı meyveli güzelliğini kaybederken bu nedenle kimsenin gıkı çıkmadı. Kime ne zararı var? Dokunmayın, kesmeyin ağacı' demedi. Üstelik görsel güzelliği dışında, yürürken meyvelerini de yiyorduk. Çıkarcıydı insanoğlu. İşine yarayanın yanından ayrılmıyor, sonuna kadar ondan faydalanıyordu. Ama fayda gördüğünü bile korumak için emek vermiyor. Nasıl olsa bir başka ağaç vardı. Ya bir gün bir başka ağaç olmazsa: