Özel eğitim okulunun salonu ayrımına zor varılan seslerle doluydu. Öğrencilerin kimileri şarkı söylüyor, kimileri koşturuyor, kimileri itişiyordu. Anneler de kendi aralarında yüksek sesle konuşuyorlar. Kişinin kendi söylediğini bile işitemediği bir ortamda herkesten bağımsız hareket eden, kendince eğlenen bir kişi vardı; Emir.
Emir, pembe şemsiyeyi başına açmış, döndüre döndüre salonun bir ucundan öteki ucuna yürüyordu. Arada birde ya şemsiyeyi indirerek ya da başını yukarıya çevirerek şemsiyeye bakıyordu. “Emir, Üsküdar’a gider iken mi?” dedim, yüzüme baktı. Sorumu yineledim, yine yüzüme baktı. Salonda sesler kesildi, koşturan öğrenciler durdular ve Emir’e yaklaştılar. Emir’den şemsiyeyi almak istiyorlardı. Emir önce şaşırdı, sonra şemsiyeyi vermek istemedi. Çocuklar kendi aralarında biraz itiştiler. Anneler itişmelerin kavgaya dönüşmemesi için çocuklarını yanlarına çağırdı. Ama çocuk bu, istediğini almadan annelerine gitmek istemiyorlar. Bir anda salonda ağlamalar çoğaldı. Anneler yerlerinden kalktı ve çocuklarının elinden tutarak yanlarına getirdiler.
Şemsiye hâlâ Emir’deydi. Bütün çocuklar susmuştu ama Sıla ağlamaktan vazgeçmiyordu. Öteki çocuklar da onlara bakıyordu. “Emir, şemsiye ile biraz da Sıla oynasın. Zaten pembe kız rengi” deniyorsa da annesi, Emir’in kız renginin pembe olması ya da ağlamalar umurunda değildi. O umursamadıkça Sıla bir fazla ağlıyordu.
Oturduğum yerden Emir sana türkü öğreteceğim gel, dedim. Şemsiyeyi kolunun altına sıkıştırdı ve sözümü ikiletmeden geldi, yanıma oturdu. Şemsiyeyi Sıla’ya verelim, biz türkümüzü söyleyelim, olur mu Emir? Emir şemsiyeyi kolunun altından eline aldı ve karşıya fırlattı. Gözlerini hiç kırpmadan bana bakarak, elini kollarıma değdirdi. Başımı salladım ve şimdi başlıyoruz türkümüze, dedim.
“Üsküdar’a gider iken adlı da bir yağmur,
Kâtibimin setresi uzun eteği çamur,
Emir şemsiyeyi çoktan unutmuş ve kendini türküye vermişti. Türkünün ilk iki mısrasını dördüncü defa okuyacağımda hadi Emir, beraber söyleyelim, dedim. Emir yalnızca Üsküdar’a” dedi. Ama Emir’in mutlu olduğu her hâlinden belli oluyordu.
İki gün sonraki derste Emir salonda doğrudan benim yanıma geldi. Bir şeyler söyledi. Annesi “ Verme ablası” dedi. Emir sözünü yineledi, anne yine “Verme ablası” dedi. Ben gülümseyerek, tamam Emir Üsküdar, dedim. Annesi Emir’in bisküvi istediği sanmıştı. Oysa Emir “Üsküdar’a mı?” diyordu. İkimiz beraber iki mısralık “Kâtibim” söyledik. Emir’in türkü merakının iyi olduğunu ancak iki mısra öğrenebildiğini özel eğitim öğretmenine ilettiğim de, bunun başarılı bir gelişme olduğunu ve çok yavaş öğreneceği için sabır göstermek gerektiği söyledi.
Yaklaşık bir aydır Emir haftada iki gün, iki saat görüşmemizde benim yanıma oturuyor. İkimiz aynı türküyü üç kez, beş kez söylüyoruz. Bazen de Emir arkama dikiliyor saçımı okşuyor, elimi tutuyor. Beni benimsedi. Annesinin söylediklerini yapmıyor, benim sözümü dinliyor. Demek ki, Emir benden hoşnuttu.
Ben de Emir’den hoşnudum.
Türkünün üçüncü mısrası “Kâtip uykudan uyanmış gözleri mahmur” u beraber söylemeyi başaracak mıyız, bilmiyorum. Ama bir çocukla iletişim kurmak, sevgi bağı oluşturmak, ortak dili bulmak insanın içine huzur veriyor.
Ben ne özel eğitim öğretmeniyim ne de benzeri konuda eğitim aldım. Yalnızca içgüdülerimle hareket ettim.
Sevgiyle