“Eleştiri şeker olsa çocuklar bile yemezdi” derim. Hani çocuklar şekeri çok sever, hiçbir şeye değişmezler ya…

Gaziantep’teki edebiyat derneklerini, dolayısıyla bu derneğe gelip gidenlerin yapıtlarını zaman zaman eleştiririm.

Bunu birilerine kızdığım için yapmam. Bunu, “sözlerimden ders alsınlar da derlenip toparlansınlar, daha iyi ürün versinler,” diye yaparım.

Oysa eleştirilerim sadece olumsuz değildir. Kimi dostlarımın yazdıkları şiirleri hatta bir tek güzel dizeyi görsem nerdeyse eteğime zil takıp oynamadığım kalır. Öve öve göklere çıkartırım onları.

Ancak bunu herkes beklememeliydi benden. Şiir diye önümüze sunulan her yemeği yiyemezdim. Onların daha iyi yemekler pişirmelerini sağlayabilmek için karınca kararınca katkıda bulunmalıydım eleştirilerimle.

Yanlışları göstermenin görevim olduğunu sanıyordum.

Eğer dostlarımın gelişmesine katkıda bulunamıyorsam, benim varlığımın ne önemi vardı?

Ne var ki bu tutumum hep yanlış anlaşıldı.  Olumsuz eleştiriye uğrayanlarca sivri dillilikle suçlandım.

Son köyüm Gaziantep Kültür Sanat Edebiyat Derneği GASED’di. Burada sözümü esirgemediğimden “sivri dilli” ilan edildim.

Sivri dilim nedeniyle insanlar küsüp kaçmışlar GASED’ten. Derneğin üye sayısı da giderek azalmış benim yüzümden.

Sadece GASET’in değil nerdeyse tüm edebiyat derneklerinin buluşmalarda devamsızlıktan sınıfta kalmayacak olan üyelerinin sayısı iki elin on parmağını aşmaz.

Bu sayı Şiir akşamlarında iki katına ulaşır. Derneğimin daha fazla zarar görmemesi için, bu sivri dilli adamı, oradan azat ediyorum.

Şimdi sözüm, sivri dilimden kurtulmak için küsüp kaçanlaradır:

 Artık ben yokum. Yuvanıza geri dönebilirsiniz. Bundan sonra orada artık hiç kimse sizi eleştiremez. O büyük şairliğinizi hep olduğunuz yerde kalarak dilediğiniz gibi sürdürebilirsiniz.

Üzüntüm umutlu olduğum dostlarımın gidişime üzülmelerinedir.

Boşveriiin, dostlar, bu dünya kimseye kalmıyor.

***

Ayrılışımın bana yarar sağlayacağı konusunda bir örnek vereyim de birlikte avunalım:

Aziz Nesin bir ara Türkiye Yazarlar Sendikası Başkanıydı. O yıl Mısır hükümeti bir gurup şairimizi, yazarımızı Kahire’ye davet etmişti.

Kahire’ye gidilir. Kentte gezilecek görülecek yerler gezilir, görülür. Akşam onurlarına mükellef bir ziyafet çekilir. Yatmaya gidilmeden önce ertesi günün programı da ilan edilir:

Sabah saat 05.00’te kalkılıp fuayede buluşulacak. Dünyanın yedi harikasından biri olan piramitleri görmeye gidilecek.

Herkes saat 05.00’te buluşma yerinde hazırdır. Sadece bir kişi eksik. O da Başkan Aziz Nesin.

Arkadaşlardan biri:

“Üstat uyuyakaldı galiba,” diyerek en gençlerini onu uyandırmaya gönderir.

Genç arkadaş kapıyı tıklatır.

“Girin…” sesini duyunca kapıyı aralar. Bakar ki ne görsün. Aziz nesin, hiçbir zaman yanından ayırmadığı emektar daktilosunun başında çıtır çıtır yazı yazıyor.

“Üstat, piramitlere gidilecekti. Arkadaşlar aşağıda sizi bekliyor.”

“Siz gidin canım…” der Aziz Nesin. “Görüyorsun ben yazı yazıyorum.

Yazı yazmak Aziz Nesin Usta için Piramitleri görmekten önemlidir. Piramitleri görmeye istenirse her zaman gidilebilir ama o anda gelen esinle yazılacak yazı bir daha yazılabilir mi, bilemem.

***

Piramitleri görmeyi bırakın GASED’in cumartesi toplantılarına katılabilmek için yazılarımdan ayrılmayı göze alıyordum ben de.

Artık buna gerek kalmayacak. Şen kalın, esen kalın dostlarım.