İnkâr eden, aslında sadece bir gerçeği değil, kendi kendini de yok sayar. Görmediğini değiştiremez. Görmediğini iyileştiremez. Görmediğini kabullenemez. Yüzleşmeyen insan, taşıdığı acıyı içinde tutamaz; o acı başka insanlara yansır. Birini kırarak, birini küçümseyerek, birini inciterek kendi yarasını görünür kılar.
Kaçan ise bastırır. Bastırdığını sandığı şey aslında hiç susmaz; yalnızca derine gömülür. Ve zamanı gelince aynı döngüyü tekrar tekrar yaşatır. Farklı yüzlerde, farklı hikâyelerde, aynı acının tekrarı…
Oysa görmek cesaret ister. Yüzleşmek irade ister. Değişmek ise yeniden doğmak gibidir. Kolay değildir. Çünkü insanı en çok kendi aynası korkutur. Başkalarının yargısından kaçabiliriz, ama kendi içimizdeki o sessiz hakikatten kaçış yoktur.
Hayat, bize tekrar tekrar aynı sınavı getiriyorsa, demek ki görmediğimiz bir şey vardır. Hep aynı döngü, hep aynı acı, hep aynı hayal kırıklığı… Ta ki biz cesaret edip o aynaya bakana kadar.
Gerçek özgürlük, gerçeğin yükünü taşımakla başlar. Kendini görmek, yaralarını kabul etmek ve o yaraları şefkatle sarmakla. Çünkü hiçbir yara, bir başkasını yaralayarak iyileşmez. Hiçbir acı, başkasına acı çektirerek azalmaz.
İyileşmenin ilk adımı, kaçmamak. Görmek. Yüzleşmek. Sonrası değişim. Ve önündekine odaklanmak, kendi tabağına bakmak, sarılmaktır. Ve değişim, aslında en büyük cesaretin adıdır.
‘’Cesaret edenler, en sonunda sadece kendilerini değil; sevgiyi, huzuru ve ışığı da bulurlar.’’