Ekonomik büyüme, istihdam artışı ve refah düzeyi tartışmalarının merkezinde çoğu zaman rakamlar, oranlar ve kısa vadeli göstergeler yer alır. Oysa bu göstergelerin arkasında, çoğu zaman gözden kaçan ama uzun vadede belirleyici olan temel bir kavram bulunur: işgücü verimliliği. Bir ekonominin aynı emekle ne kadar değer üretebildiğini gösteren bu kavram, yalnızca işletmelerin kârlılığı açısından değil, ücretlerin seviyesi, fiyat istikrarı ve toplumsal refah açısından da kritik bir role sahiptir.
İşgücü verimliliği en basit haliyle, çalışan başına ya da çalışılan saat başına üretilen çıktı miktarını ifade eder. Ancak bu teknik tanım, konunun ekonomik ve sosyal boyutlarını tek başına açıklamaya yetmez. Çünkü verimlilik yalnızca daha fazla çalışmakla değil, daha akıllı, daha donanımlı ve daha iyi organize edilmiş bir çalışma düzeniyle artar. Bu yönüyle işgücü verimliliği, bir ülkenin üretim yapısının, eğitim sisteminin, teknoloji kullanımının ve kurumsal kapasitesinin aynasıdır.
Son yıllarda küresel ekonomide yaşanan dalgalanmalar, işgücü verimliliğini daha da önemli hale getirmiştir. Enflasyonist baskıların arttığı, maliyetlerin yükseldiği ve küresel rekabetin sertleştiği bir ortamda, sürdürülebilir büyümenin yolu daha fazla kaynak tüketmekten değil, mevcut kaynakları daha etkin kullanmaktan geçmektedir. Bu noktada işgücü verimliliği hem işletmeler hem de ekonomi yönetimleri için stratejik bir hedef olarak öne çıkmaktadır.
Türkiye gibi genç nüfusa sahip ülkelerde verimlilik tartışmaları çoğu zaman istihdam artışıyla birlikte ele alınır. Oysa istihdamın niceliksel olarak artması, tek başına refah artışı anlamına gelmez. Eğer yeni istihdam alanları düşük katma değerli sektörlerde yoğunlaşıyorsa, kişi başına düşen gelir sınırlı kalır ve ücret artışları enflasyon karşısında yetersiz olur. Bu nedenle işgücü verimliliği, istihdamın niteliğiyle doğrudan ilişkilidir.
Verimlilik artışının temel belirleyicilerinden biri eğitimdir. Eğitim seviyesi yükseldikçe, çalışanların problem çözme becerileri, teknolojiye uyum kapasiteleri ve yenilik üretme yetenekleri de artar. Ancak burada yalnızca formel eğitim süresinin uzaması değil, eğitimin içeriği ve işgücü piyasasıyla uyumu da önemlidir. Teorik bilgiyle donatılmış ama uygulama becerileri sınırlı bir işgücü, verimlilik artışı açısından beklenen katkıyı sağlayamaz.
Teknoloji kullanımı da işgücü verimliliğinin vazgeçilmez unsurlarından biridir. Dijitalleşme, otomasyon ve yapay zekâ gibi teknolojiler, doğru şekilde kullanıldığında çalışanların üretkenliğini önemli ölçüde artırabilir. Ancak teknoloji yatırımlarının verimliliğe dönüşebilmesi için, bu teknolojileri kullanabilecek nitelikli işgücünün varlığı şarttır. Aksi halde teknoloji, verimlilik artışı yerine âtıl kapasiteye dönüşebilir.
İşgücü verimliliği ile ücretler arasındaki ilişki ise ekonomi politikalarının en hassas alanlarından biridir. Teorik olarak verimlilik artışı, reel ücret artışının en sağlıklı kaynağıdır. Çalışan başına üretilen değer arttıkça, bu artışın ücretlere yansıması mümkündür. Ancak verimlilik artışı ile ücret artışı arasındaki bağın zayıfladığı dönemler de yaşanabilmektedir. Bu durum, gelir dağılımı sorunlarını derinleştirirken, çalışan motivasyonunu ve toplumsal adalet algısını da olumsuz etkiler.
Verimliliğin yalnızca bireysel çabayla değil, kurumsal yapı ve iş organizasyonuyla da yakından ilgili olduğu unutulmamalıdır. Etkin olmayan yönetim anlayışları, belirsiz görev tanımları ve zayıf iç iletişim, çalışanların potansiyelini sınırlayan faktörlerdir. Buna karşılık, katılımcı yönetim modelleri, performansa dayalı değerlendirme sistemleri ve sürekli öğrenmeyi teşvik eden kurum kültürleri, verimlilik artışını destekler.
Makro düzeyde bakıldığında, işgücü verimliliği ülkenin rekabet gücünü belirleyen temel unsurlardan biridir. Uluslararası pazarlarda kalıcı olabilmek, yalnızca düşük maliyet avantajıyla mümkün değildir. Kalite, yenilikçilik ve esneklik gibi unsurlar, doğrudan verimlilikle bağlantılıdır. Bu nedenle verimlilik artışı, ihracatın yapısını dönüştürmenin ve dış ticaret dengesini kalıcı biçimde iyileştirmenin anahtarıdır.
Kamu politikalarının bu alandaki rolü de büyüktür. Eğitim, mesleki beceri kazandırma, Ar-GE teşvikleri ve işgücü piyasasının esnekliğini artıran düzenlemeler, verimlilik artışını destekleyen temel araçlardır. Aynı zamanda kayıt dışı istihdamın azaltılması, işgücünün daha verimli alanlara yönelmesini sağlar. Kayıt dışılığın yüksek olduğu ekonomilerde verimlilik ölçümleri sağlıklı yapılamaz ve potansiyel artış alanları görünmez hale gelir.
Öte yandan, işgücü verimliliği tartışmaları yalnızca ekonomik büyüme ekseninde ele alınmamalıdır. Çalışma koşulları, iş-yaşam dengesi ve çalışan sağlığı da verimliliğin önemli bileşenleridir. Uzun çalışma saatleri kısa vadede üretimi artırıyor gibi görünse de orta ve uzun vadede tükenmişlik ve verimlilik kaybı yaratır. Bu nedenle verimlilik, daha çok çalışmaktan ziyade daha dengeli ve sürdürülebilir çalışmayı gerektirir.
Sonuç olarak işgücü verimliliği, bir ülkenin ekonomik performansını belirleyen en temel göstergelerden biridir. Ancak bu gösterge, tek başına teknik bir oran değil; eğitimden teknolojiye, ücret politikalarından kurumsal yönetişime kadar uzanan geniş bir yapının ürünüdür. Kalıcı refah artışı hedefleyen ekonomiler için işgücü verimliliği, kısa vadeli çözümlerle değil, uzun vadeli ve bütüncül politikalarla ele alınması gereken stratejik bir alandır. Bugünün ekonomik tartışmalarında sessiz bir başlık gibi görünen verimlilik, yarının büyüme ve refah hikâyesinin başrol oyuncusu olmaya adaydır.
ZAFER ÖZCİVAN
Ekonomist-Yazar