İnsan, Atatürk dönemindeki ülkemizin ekonomisini, eğitimini, insanlarımızın davranışlarını, günümüzle karşılaştırdığı zaman, bu iki dönemin birbirine benzemediğini, kötüye gitmiş olduğunu görüp üzülüyor.

         ***

         Atatürk döneminde, ülke kalkınmada, dünya sıralamasında en önde gelirdi. Çünkü o günün insanları, eğitilmiş olmasından dolayı, kendisinden önce ülkesini düşünürdü. Eğitim deyince, yalnız okullarda okumak anlaşılmamalı, aileden ve çevreden alınan eğitimi de katmak gerek. İnsanlar, o şekilde eğitilmiş olmalı ki ülkesi var olduğu sürece kendisinin de var olacağına inanıyordu.

         Onun Yıl Marşı, bu durumu çok güzel kanıtlamıştır:

         “… Türk’e durmak yaraşmaz, Türk önde Türk ileri.”

         ***

         Bu dönem de insanlarımız o kadar çalışkanlarmış ki, Osmanlının, Avrupa’ya olan borçları ödenmiş; yabancıların işletmesindeki demiryolları devletleştirilmiş;  yeni yeni demiryolları yapılmış; fabrikalar kurulmuştur.

         ***

         1950 Yılından sonra, eski günlerin yelleri esmez olmuş, şahsi çıkarlar, ülke çıkarlarının önüne geçmiş; Marshall Planı tuzağı ve İnönü döneminde 1940 yılında kurulan Köy Enstitülerinin, dış güçlerin baskısı sonucu lağvedilmeleri ekonomi ve sosyal hayata bir tokat gibi inmiştir.

         ***   

         Evet, sanayide birçok yatırımlar yapılmıştır. Ancak insanlarımızın eski çalışma eğitimine ve gücü aranır olmuştur.

         Siz değerli okuyucularımıza bir örnek vermek isterim:

         Yıl 1959. Gaziantep Çimento Fabrikası henüz tesis halindedir.  Ben Genel Muhasebe Şefi olarak fabrikada çalışmaktayım.

         Fabrika Müdürü Alaettin Tarhan.

         Her sabah fabrikaya geldiğimizde, müdürün kapısı önünde dizilmiş bir sürü insan görürdük. Bunlar iş istemek için gelen kişilerdi. Her birinin elimde ocak, bucak veya parti ileri gelenlerinin kartvizitleri olurdu.

         Müdür beni de odasına çağırır, teker teker içeriye bu zevattan almaya başlanırdı.

         İçeri biri alındığında, müdür sorardı:

         -Ne iş yaparsın? Cevap:

         -Her şeye fendim.

         -Elektrikten anlar mısın?

         -Hayır efendim.

         -Peki! Ne bilirsin?

         -Her şey efendim.

         -İzolasyondan anlar mısın?

         -Hayır efendim.

         Müdür bu mülakattan sonra, personel müdürüne “Bu adamı taş ocağına yaz” der demez:

         -Efendim odacılık, bekçilik gibi bir iş yok mu?     Cevabını alırdı.

         İnanınız henüz tesis halinde olan bu iş yerinde o günlerde 850 işçi çalışmaktaydı. İhtiyaçtan dolayı değil; hatır-gönül için.

         ***

         Bu kadar çok işçi olduğu halde işler yavaş yürürdü. Bir örnek vereceğim:

         Birecik’ten bir şoför kum getirmişti. Bir ara bağıra çağıra muhasebeye geldi ve:

         -Saat 08,30 da geldim. 6 işçi daha kamyonu boşaltamadı; saat 12,00 oldu bırakıp yemeğe gittiler. Birecik’te 3 eleman bir-iki saatte doldurdular. Bu nasıl iş. Teminatımı mı, ne varsa yakarsanız yakın; bir daha gelmem. Dediğini anımsıyorum.

         ***

         Günümüzde, vergi bilinci yerleşmemiş; çok kimsede “ne kaçırırsam, o kar” düşüncesi hakim.

         Devlete ödenmesi gereken Katma Değer Vergisini, cebe atanlar cirit atıyor.

         Bu gibi kimseler, bindikleri dalı kestiğinden bihaberler.

         ***

         Atatürk yaşamış olsaydı, bir Japonya, bir Almanya nasıl ise öyle olacaktık.

         Çünkü hedefi “Muasır medeniyet” idi. Adımı da atmıştı…