Kahvenin ferahlatıcı kokusu odayı sarmıştı. Halinden memnun bir şekilde penceresinden dışarıya bakıyordu. Her gün uyandığında aynı çocuklar, aynı yerde saklambaç oynuyorlardı. Kendisi hiçbir zaman oynayamayacaktı belki de ama izlemesi ona keyif veriyordu.

Bacağını kaybedeli 3 yıl olmuştu. Yoksa 4 müydü? Hatırlamıyordu bile. Her gün aynı acıyla uyanıyordu dün yaşamış gibi. Birden kapı açıldı. Annesi içeriye girip, karşısına oturdu. İlaçlarını getirmişti. Acıyan ama bir o kadar da sevgi dolu gözlerle kızına bakıyordu.

 Annesi kızının penceresinden dışarı baktı. Uzaklara dalmış gibiydi. Ben iyiyim demek geçti içinden ama bu annesi için hiçbir şeyi değiştirmeyecekti bunu biliyordu. Elinde olsa kendi bacağını verirdi bunu da biliyordu. Tek yapabileceği o pencereye bakmasına izin vermekti. Annesi artık farkına varıyordu belki de. Ya da çoktan farkındaydı olup bitenin. Kendisi bazen ayırt edemiyordu çünkü.

Hep düşünüyordu. Tek gözü kaybedince yine de görebiliyorken, tek bacağı kaybedince neden tüm adım atma yeteneğini kaybediyordu? Cevabını bilmesine rağmen, bu onun isyanını ayakta tutan tek şeydi.

Annesi birden ayağa fırladı. Ne yapacağını bilmez bir halde ayakta dikildi bir süre. Pencere sandığı tabloyu alıp, odadan çıktığında, geriye kalan tek şey dört duvar arasına sıkışmış hayalleriydi. Kaybettiği tek şey ise bacağı değildi...