Bugün 24 Temmuz Basın Bayramı bir başka adıyla “sansürün kaldırılması”nın 109. yıl dönümü. Özgür basının önemi bugünden tam 109 yıl önce anlaşılarak II. Meşrutiyet ile birlikte Türk basınından sansür kaldırıldı. Yayın hayatına başlayan ilk Türkçe özel gazete ise 1860 yılında, Tercüman-ı Ahval gazetesi idi. Tercüman-ı Ahval gazetesi, Ziya Paşa'nın eleştirel bir yazısı nedeniyle, Mayıs 1861'de iki hafta gibi bir süreyle gözdağı verilmek için kapatıldı; bu, Türk basınında açıkça "sansür"ün ilk örneği oldu.

Ontrava'nın haberine göre, resmi olarak ilk sansür ise 10 Mayıs 1876’da “Âli Kararname” ile yasaya koyuldu. Kararname ile ilk defa bütün gazetelere sansür uygulandı. Kararname ile ayrıca yurt dışından getirilen yayınlara yapılan denetim de arttırıldı. Sansür memurları da devletin görevlendirdiği yerlerde gazetelerin ‘yazmaması’ gereken noktaları çıkarttı. Sansürü protesto eden bazı gazetecilerce sansür kararnamesi yayımlanıp altına "Matbaamızın makinesi kırıldığından birkaç gün gazetemizin neşrine muktedir olamayacağımızı müşterilerimize ilan ederiz" diye not düşüldü.

32 yıl süren bu sansür uygulaması 24 Temmuz 1908 tarihinde son buldu. II. Meşrutiyet'in ilanıyla gazetelerin yayım öncesi denetimi kaldırıldı. 25 Temmuz sabahı gazeteler daha farklıydı, çünkü 32 yılın ardından gelen bir değişim yaşadı gazeteciler.

Tam anlamıyla hür olmayan gazeteler günümüzde de var olsa da o günlerde özgür yayım yapan gazetelere vatandaşların ilgisi büyük oldu ve satışlar neredeyse ikiye katlandı. Bu, özgür basına duyulan özlemin göstergesiydi. 24 Temmuz bir anlamda gerçek gazeteciliğin patlama yaptığı gündü. O günden itibaren sadece İstanbul'da 353 gazete ve dergi, yayın hayatına başladı.

Falih Rıfkı Atay sansürün kaldırıldığı gün, 24 Temmuzun basın bayramı olması fikrini ileri sürdü ve bu fikir kabul görülerek Cumhuriyet Dönemi'nde 24 Temmuz tarihi "Türk Basınından Sansürün Kaldırılması ve Basın Bayramı" olarak ilan edildi

**

H

BİR GÜN ANLARSIN

 

Uykuların kaçar geceleri, bir türlü sabah olmayı bilmez.

Dikilir gözlerin tavanda bir noktaya,

Deli eden bir uğultudur başlar kulaklarında

Ne çarşaf halden anlar ne yastık.

Girmez pencerelerden beklediğin o aydınlık.

Onun unutamadığın hayali,

Sigaradan derin bir nefes çekmişçesine dolar içine.

Kapanır yatağına çaresizliğine ağlarsın.

Sevmek ne imiş bir gün anlarsın.

 

Bir gün anlarsın aslında her şeyin boş olduğunu.

Şerefin, faziletin, iyiliğin, güzelliğin.

Gün gelir de sesini bir kerecik duyabilmek için,

Vurursun başını soğuk taş duvarlara.

Büyür gitgide incinmişliğin kırılmışlığın.

Duyarsın,

Ta derinden acısını, çaresiz kalmışlığın.

Sevmek ne imiş bir gün anlarsın.

 

Bir gün anlarsın ne işe yaradığını ellerinin.

Niçin yaratıldığını.

Bu iğrenç dünyaya neden geldiğini.

Uzun uzun seyredersin aynalarda güzelliğini.

Boşuna geçip giden günlerine yanarsın.

Dolar gözlerin, için burkulur.

Sevmek ne imiş bir gün anlarsın.

 

Bir gün anlarsın tadını sevilen dudakların.

Sevilen gözlerin erişilmezliğini.

O hiç beklenmeyen saat geldi mi?

Düşer saçların önüne, ama bembeyaz.

Uzanır, gökyüzüne ellerin.

Ama çaresiz,

Ama yorgun,

Ama bitkin.

Bir zaman geçmiş günlerin hayaline dalarsın.

Sonra dizilir birbiri ardına gerçekler, acı.

Sevmek ne imiş bir gün anlarsın.

 

Bir gün anlarsın hayal kurmayı;

Beklemeyi, ümit etmeyi.

Bir kirli gömlek gibi çıkarıp atasın gelir

Bütün vücudunu saran o korkunç geceyi.

Lanet edersin yaşadığına...

Maziden ne kalmışsa yırtar atarsın.

O zaman bir çiçek büyür kabrimde, kendiliğinden.

Seni sevdiğimi işte o gün anlarsın.

      

              Ümit Yaşar OĞUZCAN

**

Gülümse

Salı        

Bir Yahudi, bir Hristiyan ve bir Müslüman kimin daha çok dindar olduğuna dair tartışıyorlarmış.

-"Çölün ortasında devemin üzerinde gidiyordum" demiş Müslüman. "Aniden, nereden geldiği belli olmayan çok büyük bir kum fırtınası koptu. Devemin yanına uzandım, deveyle birlikte kumlara daha çok gömüldükçe, gerçekten sonumun geldiğini düşündüm. Ama, Allah 'a inancımı yitirmedim. Dua ettim, dua ettim ve aniden etrafımdaki on millik alanda fırtına durdu ve ben köyüme dönebildim."

Hristiyan ,

-"Bir gün okyanusta küçük bir kayıkta balık tutarken, dev bir fırtına koptu. 2 metre boyunda dalgalar! Gerçekten sonumun geldiğini sandım. Tanrı 'ya dua ettim, dua ettim ve sonra etrafımdaki on millik alanda fırtına dindi, ben karaya çıkabildim."

Yahudi anlatmaya başlamış.

-"New York şehrinin ortasındayken, yerde siyah bir çanta gördüm. Çantanın içine bakınca parayla dolu olduğunu gördüm. Cumartesi günü olduğundan ve bizim bu kutsal günümüzde paraya el sürmemiz yasak olduğu için, gerçekten sonumun geldiğini düşündüm. Ama, inancımı yitirmedim. Dua ettim, dua ettim ve aniden, etrafımdaki on millik alanda "Salı" oldu.

////

Kulağına küpe olsun

Her şeyi fazlasıyla anlamak bir hastalıktır...

Dostoyevski