ANAYASA’NIN 174. Maddesi yapılan inkılaplarla ilgilidir.

            Bunlardan bir, ikisinin üzerinde durmak istiyorum.

            ***

            22.12.1341 (1925) tarih ve 230 Sayılı Şapka İktisası (Giyme)  Hakkında Kanunun birinci maddesinin son cümlesi şöyledir: “Türkiye halkının da umumî serpuşu şapka olup buna münafi (Uymayan) bir itiyadın devamını hükümet meneder.”

            Kanun öncesi erkek nüfusumuz ya fesi takardı başlarına, ya sarık gibi şeyler sararlardı. Yasa bunları yasaklamış, eğer başa bir şey takmak gerekiyorsa, bunun şapka olacağını ortaya koymuştur.

            Geçenlerde bir TV kanalında, kendini beğenmiş biri başında fes, böbürlene böbürlene tarih naklediyordu.

            Ortada yasa olduğu halde, alenen bu şekilde başını örten hakkında nedense hiçbir şey yapılmıyor.

            Neredeyse bütün şehirlerimizde, başlarında acayip şeylerle dolaşanlara sizler de rastlıyorsunuz.

            ***

            01.11.1928 tarih ve 1353 sayılı Türk Harflerinin Kabulü ile ilgili yasanın 4. Maddesi şöyledir: “….. 1928 senesinin Kanunuevvelinin (Aralık) iptidasından itibaren Türkçe hususi veya resmi levha, tabela, ilan, reklam ve sinema yazıları ile kezalik Türkçe hususi, resmi bilcümle mevkut, gayrı mevkut gazete, risale ve mecmuaların Türk harfleriyle basılması ve yazılması mecburidir.”

            Bugün birçok tabela, levha ve reklam yazılarının Arap harfleriyle yazılı olduğunu görmekteyiz.

            Suriyelilerin ülkemize göç etmiş olmaları, bu yasaya aykırı davranmayı sağlayamaz.

            Hani bunu önlemek için çaba gösteren bir makam.

            ***

            Hani Avrupa müktesebatına uygunluk için çıkarılan yasalar veya bazı yasalara eklenen hükümler nasıl ki uygulayıcıları tarafından uygulanmıyorsa, artık Anayasa hükümlerine uyulmadığı zaman uygulayıcılar sesini çıkarmıyor.

            ***

            Bir gün Hoca, kahvede hoş-beş ederken, adamın biri soluk soluğa gelir:

            “Hoca efendi, der, sizin evde yangın çıkmış; aman deyim, ateş bacayı sarmadan yetişin!”

            Yakındakilerin yüreği yerinden oynar; ayakları birbirine dolaşır ama, koca adam, hiçte oralı olmaz, dünya yansa umurunda değilmiş gibi, çubuğunu tellendirir, durur.

            “Bre Hoca, kulağına kurşun mu aktı, duymuyor musun? Daha ne oturup duruyorsun?” deyince, rahmetli uykudan uyanır gibi, şöyle bir gerinir, esner:

            “Yahu, der; biz aramızda bir taksim geçtik; sokak işi benim, ev işi onun. Ben karımın işine karışır da, başımı nâra yakar mıyım hiç?”

           

                                                                                              Orhan YALKIN