Aşağıda okuyacağınız yazı ne zaman ve nereden elime geçti, bilmiyorum. Ama hoşunuza gideceğini tahmin ederek sizinle paylaşmak istedim.
Yazının özü tamamen psikolojik…
***
“Bir zamanlar bir psikoloji kitabında okuduğum bir bölüm vardı…
Hayatın ve getirilerinin kıymetini anlamak için tavsiye edilen bir metot vardı içinde.
Deniyordu ki; “arada bir, çok bunaldığınızda, hayatın sizin için çekilmez hale geldiğini düşündüğünüzde kendinize, 10 dakika ayırın ve kendi cenaze töreninizi düşünün.
Bu cümleyi ilk okuduğumda adeta çarpılmıştım.
Ben girişin akabinde pozitif bir gelişme ve tavsiye bekliyordum.
Ama ‘kendi ölümümüzü ve cenazemizi’ düşünmemiz tavsiye ediliyordu. Tüylerim diken diken olmuştu. O anda yazarın saçmaladığını düşündüm.
Ama ön yargı düşmanı biri olarak okumaya devam ettim.
***
Yazının devamında yazar diyordu ki; ‘bunları düşündüğünüzde dünyadaki yerinizi, dünyayı terk ettiğinizde oluşacak boşluğu, sevdikleriniz ve sizi sevenler için öneminizi anlayacaksınız.
Özellikle insanların sizin için neler söyleyeceklerini, onlar için ne ifade ettiğinizi hissetmeye çalışın.’
***
O anda geri dönme şansınızın olmadığını, hayat denen kredinizin bittiğini ve onlara yanıt verme şansınız olmadığını düşünün. Tekrar sarılma, bir kez daha öpme ihtimalinizin bittiğini hissedin.
Dünyadaki küskünlüklerin, ayrılıkların, kavgaların yanında bu acının ve geri dönülmezliğin korkunç çaresizliğini yaşayın.
Bırakın canınız yansın, bırakın alevler içinde kavrulsun tüm ruhunuz.
Orda, o musalla taşında düşünün kendinizi. Seyredin o anda çevrenizde olanların yüz ifadelerini. Akıllarından ve yüreklerinden geçenleri, geçen cümleleri hayal edin.”
***
“Kitaba devam etmeden bıraktım bir kenara ve gözlerimi kapatıp aynen düşünmeye başladım. Eşimi, oğlumu, kızlarımı, annemi, babamı, kardeşlerimi ve diğer tüm çevremi oturttum tek tek kendi cenaze törenimdeki yerlerine. Birer birer yerleştirdim tabutumun çevresine hepsini.
Hayatımda çok nadir bu kadar canım yanmıştı.
Görüyordum işte ‘babaaaa…’ diye ağlayan biricik oğlumu, kızlarımı. Eşim kucağında ‘ağlayan emanetimle’ ayakta durmaya çalışıyordu perme perişan. Koca çınar babacığım, belli belirsiz dualar okuyordu, o gözünden hala gitmeyen vakur duruşuyla. Annem, ciğerlerinden bir parça canlı canlı koparılmış gibi hem içine, hem dışına akıtıyordu gözyaşlarını.
Kardeşlerim, akrabalarım ‘çok erken gitti, doyamadı oğluna’ diyorlardı acıyan ses tonlarıyla.
Ve dostlarım. Onlarda şaşkındılar. Kimisi ‘daha dün birlikteydik, nasıl olur’ diyordu.
Bütün bunları seyredip, onlara ‘hayır ölmedim, buradayım’ demek istedi hayal olduğunu unutup.
***
Sonra anladım yazarın ne demek istediğin daha devamını okumadan kitabın.
***
Farkındalık önemli bir kavramdır psikolojide…
Beklide hiç aklımıza gelmeyen ve gelmeyecek bir farkındalığı göstermek istemiştir yazar.
Ben o gün kurduğum o hayalle, canımın çok yanmasına rağmen YENİDEN DOĞDUM.
Bilgisayara diliyle “format attım hayatıma”