Yeni asgari ücret açıklandı. Kâğıt üzerinde bakıldığında “artış” var. Yüzdelik hesaplar yapılıyor, önceki yılla kıyaslanıyor, rakamlar yan yana konuyor.

Ancak mesele yalnızca bir sayı değil. Mesele, o sayının bir evin mutfağına, bir çocuğun beslenme çantasına, bir ailenin ay sonunu getirme mücadelesine ne kattığıdır. İşte tam bu noktada, açıklanan yeni asgari ücret, toplumun büyük bir kesiminde sevinç değil, derin bir hayal kırıklığı yaratıyor.
Bugün asgari ücret, ne yazık ki “asgari geçim” anlamını çoktan kaybetmiş durumda. Büyükşehirleri geçtik, artık Anadolu’nun en sade ilçelerinde bile kira bedelleri asgari ücretin yarısını aşmış durumda. Elektrik, su, doğalgaz faturaları; mutfak masrafları, ulaşım giderleri, çocukların okul ihtiyaçları derken, ayın daha ilk haftasında maaşın önemli bir kısmı buharlaşıyor. Geriye kalanla yaşamaktan söz etmek ise neredeyse imkânsız.
Yetkililer, enflasyon oranlarını, büyüme verilerini ve bütçe dengelerini gerekçe gösteriyor. Ancak çarşı-pazara çıkan, market raflarına bakan, kasada fişi eline alan herkes başka bir tablo görüyor. Resmî enflasyon ile vatandaşın hissettiği enflasyon arasındaki uçurum her geçen gün büyüyor. Asgari ücret bu uçurumu kapatmak bir yana, adeta daha da derinleştiriyor.
Bir diğer sorun da asgari ücretin, neredeyse “ortalama ücret” hâline gelmiş olması. Türkiye’de milyonlarca insan yalnızca asgari ücretle değil, asgari ücrete çok yakın maaşlarla çalışıyor. Bu durum, ücret skalasını yukarı taşımak yerine aşağı çekiyor. Yeni açıklanan rakam da bu gerçeği değiştirmiyor. Aksine, emeğin değeri bir kez daha tartışma konusu oluyor.
Asgari ücret yalnızca bir çalışanın meselesi değildir. Aynı zamanda esnafın, küçük işletmelerin, üreticinin de meselesidir. Ancak burada da adil bir denge kurulamadığını görüyoruz. Çalışan, geçinemediği için mutsuz; işveren, artan maliyetler nedeniyle zor durumda. Devletin görevi, bu iki tarafı da koruyacak, sosyal devleti güçlendirecek politikalar üretmektir. Sadece rakam açıklamakla bu sorun çözülmez.
Bir ülkede asgari ücret, insan onuruna yakışır bir yaşamın teminatı olmalıdır. Çalışan bir insanın ikinci bir işe ihtiyaç duymadan, borçlanmadan, ay sonunu korkuyla beklemeden yaşayabilmesi gerekir. Bugün gelinen noktada, asgari ücretli için tatil bir hayal, birikim ise neredeyse imkânsızdır. Kültür, sanat, sosyal yaşam çoktan lüks hâline gelmiştir.
Yeni asgari ücret rakamı, toplumun beklentilerinin gerisinde kalmıştır. İnsanlar, açıklanan rakamla birlikte gelecek planı yapmak bir yana, yarını nasıl çıkaracağını düşünmektedir. Bu da yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda sosyal bir sorundur. Umut kaybı, güvensizlik ve gelecek endişesi, toplumun her kesimine sirayet etmektedir.
Sonuç olarak, asgari ücret tartışmasını sadece “ne kadar arttı” sorusuna sıkıştırmak büyük bir eksikliktir. Asıl soru şudur: Bu ücretle yaşanabiliyor mu? Cevap ne yazık ki nettir. Yeni asgari ücret, hayat pahalılığı karşısında yetersizdir ve emeğin hakkını vermekten uzaktır. Gerçekçi, adil ve insanı merkeze alan bir ücret politikası hayata geçirilmediği sürece, bu tartışmalar bitmeyecek; her yeni açıklama, bir öncekinin yarattığı hayal kırıklığını büyüterek devam edecektir.