Eren Bilge (Avukat Hayri Balta) ustamızın yazılarını tek başıma okumak içime sinmez, kimi zaman bazılarını okurlarımla bölüşmek isterim. İşte yine onlardan biriyleyim. Yazının başlığı “Müzik öğretmenliğim.”

Balta ustamın yazısına geçmeden bu yazıdan esinlenerek yazacağım aşağıdaki satırların da onun yazısına akraba çıkacağını düşündüm. Şöyle…

Altı yıl kadar öğretmenliğim oldu. Öğretmen Okulunu bitirerek öğretmen olmuş değilim. Bu nedenle müzik derslerinde zorlanıyorum. Nota bilmiyorum ki onlara nota öğreteyim. Tamamını bildiğim bir tek çocuk şarkısı bile yok.

Akılsız kafam, lisedeyken bu fırsatı yakalamıştım. Seçmeli derslerden Almanca ya da Müzik öneriliyordu. İstediğim ders müzikti ama öğretmenimiz Kel Ferit adıyla nam salmış, gözünü dudaktan, sözünü dudaktan esirgemeyen Ferit Ginol’du.

Gururumu onun çatal dilinden korumak için, o çok sevdiğim dersi elimin tersiyle itmiştim. Sonraları “Benim Güzel Gazianteplilerim” dizisinde o güzel öğretmen için şunları söyleyecektim:

“Keşke seçmeli ders olarak müziği seçeydim. Ferit Ginol Öğretenimizin yaydığı müzik ışığıyla yunabileydim de, vara gururumu yaralayıcı sözler söyleyeydi, kulağımı uzatabildiğince uzataydı o.”

***

İlk görev yerim İstanbul Çatalca’sının Hisarbeyli köyüydü. Müzik derslerinde ne yapacağımı, çocuklarıma ne öğreteceğimi kara kara düşünüp duruyorum. Aklıma esti:

İlk öğrencilik yıllarımda çok sevdiğim bir şiiri ezberlemiştim. O “Balarısı” adlı o şiiri unutmamışım.

“Bir gün sabah erkenden/Bahçemizde gezerken/

Gördüm bir bal arası/Rengi altın sarısı…”

O günlerde Ajda Pekkan’ın “Bak bir varmış bir yokmuş” şarkısı pek moda. Tuttum o şiirle bu şarkıyı everdim. Çocuklarıma müzik dersinde bunu öğrettim.

“Bu arıya dedim ki/Seni öyle sevdim ki/

“Gel ey çalışkan arı/Gez dolaş leylakları…”

Çocuklarım şarkıyı çok sevmişlerdi. Çabucak öğrendiler. Ben onlara “Sınıfı boşaltırken bu şarkıyı söyleyin” demiyordum ama onlar teneffüslere şarkımızı çağırarak çıkıyorlardı.

Hele karanfillerin/Üzerinde pek derin/

Bir sevinçle gül hopla/Balarısı bal topla.”

Şarkımız, oyunlarının bile fon müziği oluyordu. Çocuklarım zil çalınca sınıfa girerken de aynı şarkıyı çağırarak içeriye girip yerlerine oturarak mutluluk içinde beni bekliyorlardı.

***

Sevgili ustamın org öğretmenliği yazısını okumaya başlayınca şaşakaldım. O pek çok müzik öğretmeninden daha iyi müzik bilgisine sahipti ama bildiğim kadarıyla org çalmayı bilmezdi.

Yazısını okuyunca onun da öğrencilerine unutamayacakları bir müzik saati yaşattığını görerek siz de mutlulukla gülümseyeceksiniz.

MÜZİK ÖĞRETMENLİĞİM

Ankara’dayım. Evdeyim, Yalnız başınayım. Bilgisayarın başındayım. Masamdaki telefon çaldı. Açtım, karşımda Müzik Dershanesi sahibi.

- Hayırdır inşallah… Aramazdın hiç…

- Hayır, hayır… Korkacak bir şey yok…

- Evet!..

Biraz durdu, yutkundu, düşündü söyleyeceklerini derledi topladı.

- Hayri Bey, bu gün Org Öğretmenimiz gelemeyecekmiş. Telefonla bildirdi. Öğrenciler ise geldi. Sınıfta öğretmen bekliyorlar. Öyle ki anaları ile babaları ile gelenler de var.  Aksine bu gün de ilk ders… Çoğundan da ders ücretlerini aldık… Şimdi ders vermeden gönderirsek saygınlığımızı yitiririz… Belki de öğrencilerimizin çoğunu kaçırırız…

- Eee!...

- Ne olur, yalnız bu gün için bir saatliğine gel. Öğrencilere ilk müzik bilgilerini ver… Bugünü kurtarırsak gerisi kolay. O olmazsa, başkası ile anlaşırız… Aman ne olursun bizi kurtar…

Baktım gerçekten dershane sahibi zorda.  Bir dostluğumuz da var. Bana da çok yakınlık gösterir. Gönülsüz de olsa kabul ettik. Çünkü yeni kalp krizi geçirmişiz yorgunluğa gelmez.

Sordum, dersin başlamasına 15 dakika kalmış.

- Atla gel taksiye… Taksi paranı veririm…

Atladık taksiye, doğru dershaneye…

- Öğretmen geldi diye içerdekilere haber verildi. Öğrencilerde bir sevinç bir sevinç sormayın gitsin…

İçerde 10 öğrenci beni bekliyor. Kimilerinin anası, kimilerinin babası yanlarında.

Siz dışarı çıkın, dedim onlara…

Ortaokul öğrencileri olduğu için müzik bilgileri vardı. Yine de ben bir yoklayayım, dedim. Sordum:

- Porte nedir, bilenler parmak kaldırsın…

Onu da parmak kaldırdı. Porteyi anlatmanın anlamı kalmadı. Bir soru daha sordum.  

- İçinizde solfej yapabilecekler var mı?

Yalnız bir kişi parmak kaldırdı.

- Sırala bakayım dedim. Eksiksiz sıraladı.

Bu da beni sevindirdi… Sıra önlerindeki orgların tuşlarını tanıtmaya geldi.

Sordum:

- Tuşların bazıları beyaz, bazıları siyah; beyazlar uzun, siyahlar kısa. Bunların ne olduğunu anlatabilecek olan var mı?..

Bunların ne anlama geldiğini anlattım. Dikkatle beni dinliyorlardı.  Dershane sahibi de ara sıra girip çıkıyordu. Eli ile mükemmel diye beni heveslendiriyordu…

İlk ders olduğu için müzik hakkında genel bilgiler verdim. Öğrenciler anlattıklarımı ilgi ile dinliyorlardı. Bir bölümü de söylediklerimi not alıyordu.

Ne var ki her sınıfta olduğu gibi yaramazlık yapan, dersi kaynatmaya çalan öğrenciler de vardı. Kız öğrencilerde dersi kaynatma gibi bir çaba yoktu. Ne var ki bu öğrencilerin dersi kaynatma çabalarını görmezden geldim.

Bir de baktım zil çaldı.

- Bu günlük bu kadar. Haftaya asıl öğretmeniniz gelecek. Hepinize teşekkür ediyorum, başarılar diliyorum… Sağlıcakla kalın diyorum…

Eve geldim… Doğru yatağa… Kalbimde bir ağrı, bir ağrı… Öğretmenlik bu değin mi zormuş… Av. Hayri Balta, 13.8.2012”

***

Evet, gerçekten o kadar zor ustam. Hem de o kadar zor ki, emekliye ayrıldıklarında elde ayakta durasıları kalmıyor. Evde biz bir ya da iki çocuğumuza söz anlatamazken onlar sınıflarında 60 çocuğa birden sözden fazlasını anlatmak zorundalar.

Hal böyleyken onları üzüm üzüm üzüyor, süzüm süzüm süzüyor iktidarın başı. Bütün bu gerçekleri göz önüne getirince insan şöyle düşünmekten kendini alamıyor:

Bu adamlar ya çok bilisizler ya da hiç öğretmen olamamışlar.

Eski Milli Eğitim Bakanlarından Necati Beyin dediği gibi:

“Aaah, ah! Şu okullar olmasaydı, ne güzel yürütürdük, bu milli eğitim işlerini.”

Yürüttünüz işte yürütebileceğimiz kadar a güzelimin AKP’lileri, Bunun daha yürüyesi mi kalmış? Üniversite sınavları başarı sıralamasında, Gaziantep 81 ilimizin içinde 81’inci!