Bir varmış, bir yokmuş… Ötüken’den Altay Dağları’na kadar uzanan topraklarda, korkusuz devler yaşarmış. Onlar, atalarından miras kalan töreleriyle yaşar, zalimin karşısında kurt gibi cesur, mazlumun yanında kuzu gibi şefkatli olurlarmış. Mete Han’dan Mustafa Kemal Atatürk’e kadar, her biri yüzyıllara miras bırakan yiğit hanlar… İsimleri gökyüzüne kazınmış, Gök Tanrı’nın koruması altındalarmış.
Ama bir gün, bu bereketli topraklara “cüceler” musallat olmuş. Devlerin kanındaki asil ruhu, yüreklerindeki cesareti çok iyi tanıyan bu cüceler, gözlerini devlerin topraklarına dikmişler. Karşılarına çıkıp toprak istemek kimsenin haddineymiş ama cüceler sinsice devlerin arasına sızmış. Mazlum maskesi takmış, devlerin değerlerini öğrenmiş, yavaş yavaş aralarına karışmışlar.
Devler, misafirperverlikleriyle yüreklerini açmışlar. Ama o kurnaz cüceler, kendi aralarında fısıldaşarak devleri böldürmüşler; takke takanlar, hilal bıyıklılar, mavi gözlüler birbirini karalamış. Mazlumun yanında olması gereken devler, birbirine düşman kesilmiş; kardeş kanı ellerine bulaşmış.
Cüceler sevinmiş: “Az kaldı, devler gaflet uykusuna dalacak, topraklarımızı alacağız!” demişler. Fakat bilmedikleri bir şey varmış; devler uyuduğunda Gök Tanrı bir şimşek gönderirmiş. Atalarının ruhu uyanır, rüzgâr olur, fırtına koparır, pusat kuşanır, kan akıtır, ateşi söndürürmüş. Devler Ülkesi asla terk edilmezmiş.
Varsın cüceler çalıp oynasın; Gök Tanrı Devleri uyutmaz!