Cumhuriyet'in kuruluşuyla birlikte hedeflenen “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” nesiller ideali, liyakat temelli bir eğitim sistemine dayanıyordu. Öğretmenler, akademisyenler ve yöneticiler; sadece bilgiyle değil, aynı zamanda ahlaki sorumlulukla donatılmış bireyler olarak yetiştirilmeye çalışıldı.

Ancak yıllar geçtikçe bu sistem, siyasallaşma, adam kayırma, torpil, cemaatleşme ve çıkar ilişkileriyle bozuldu. Bugün artık sadece “kimin torpili varsa o kazanır” anlayışı egemen. Eğitimin temel taşı olan liyakat; yerle bir edildi, içi boşaltıldı, itibarsızlaştırıldı.

OLUMLU YANLAR

Cumhuriyet’in ilk yıllarında köy enstitüleri, öğretmen okulları ve maarif politikaları güçlü bir liyakat anlayışıyla kurgulanmıştı. Öğretmenlik mesleği, toplumun en saygı duyduğu alanlardan biriydi.

1950’lere kadar uygulanan merkezi sınavlar, ehliyete dayalı görevlendirme sistemleri ve kadro planlamaları ile eğitimde denge sağlanmıştı.
80'li yıllara kadar üniversiteler bilgi üretiminin merkeziydi ve akademik unvanlar ciddi süreçlerden geçilerek verilirdi.
Eğitim sendikalarının ve öğretmen örgütlerinin kurumsallaşması, bir dönem liyakatı savunan bir direnç noktası oluşturmuştu.

OLUMSUZ YANLAR

Siyasi kadrolaşma, özellikle 80 darbesi sonrası hızlandı; eğitim kadroları liyakate değil, ideolojik yakınlığa göre belirlendi.
FETÖ yapılanması, 90’lı yıllardan itibaren eğitimde sinsi bir örgütlenmeyle liyakatın altını oydu. Okullar, dershaneler, üniversiteler bu yapının arka bahçesi haline geldi.

Son 20 yılda öğretmen atamaları ve akademik kadrolar, referans mektupları ve cemaat ilişkileriyle şekillendi. Sınav sorularının çalınması, torpilli geçişler sistemin çöküşünü hızlandırdı.

Sahte diplomalar, intihal ile alınan unvanlar, doçentlik ve profesörlük sistemini itibarsızlaştırdı. Depremde ölenlerin diplomaları bile kullanılarak yeni sahte mezunlar türetildi.

Eğitimde liyakatın çöküşü, sadece bireyleri değil; devletin tüm kurumlarını çürüttü. Yetersiz öğretmenler, niteliksiz akademisyenler, liyakatsiz bürokratlar yetişti.
ÖSYM ve YÖK gibi kurumlar, zamanla siyasi vesayetin altına girdi. Ölçme-değerlendirme mekanizmaları da güvenilirliğini yitirdi.

SONUÇ

Eğitimde liyakatin yok edilmesi, bir milletin geleceğinin ipotek altına alınmasıdır. Bugün yaşadığımız ekonomik kriz, kültürel yozlaşma, kurumsal çürüme ve toplumsal savrulma; doğrudan eğitimin çöküşüyle ilişkilidir. Cumhuriyet'in idealist eğitim sistemi, yıllar içinde çıkar ilişkilerine kurban edilmiş; eğitim ise bir “meslek değil, geçim aracı” olarak görülmeye başlanmıştır. Bu yıkımın bedeli sadece bugünkü nesillerin değil, gelecek kuşakların da omzuna yüklenmektedir.

OKUYUCUYA SORULAR

Türkiye'de liyakat ilkesi sadece eğitimde mi yoksa tüm kamu sisteminde mi çöktü?
Sahte diplomalarla alınan akademik unvanlar, bir milletin geleceğine nasıl bir tehdit oluşturur?
Liyakatin yeniden tesisi için hangi kurumsal reformlara ihtiyaç var?
Cumhuriyet’in eğitim ilkeleri neden sürdürülemedi?
Toplum, artık eğitimde nitelik mi arıyor, yoksa sadece unvan mı?