Bu dünyadaki en zor şey nedir diye sorsalar, ‘’beklemek’’ derim.
Ama öyle sıradan bir bekleyişten bahsetmiyorum. Otobüsün gelmesini, mesajın düşmesini, saatin geçmesini beklemek değil bu.
Ruhunun duyulmasını, kalbinin fark edilmesini, hislerinin bir gün yankı bulmasını beklemekten söz ediyorum. Birinin seni gerçekten anlamasını beklemek kadar, sabır isteyen bir sınav yok bu hayatta.
Görülmeyi Beklemek
Bir bakışla anlatmak istediğini sayfalar dolusu kelimelere sığdıramadığın anlar vardır. Sen oradasındır, tüm varlığınla, kalbinin açık haliyle…
Ama karşısındaki sanki perdeli bir odada yaşar, ne gözün ışıltısını görür, ne sesindeki titremeyi duyar. Ve sen, görülmeyi beklerken biraz daha silinirsin dünyadan. Çünkü görülmemek, varlığınla yokluğun arasındaki çizgiyi inceltir.
Ümit Etmenin Sessiz Yaraları
Beklemek zordur ama ümit etmek daha da zor.
Çünkü ümit, hayal kırıklığıyla el ele yürür hep.
Bir şeyin olabileceğine inanmak; ama olmaması ihtimalini her an kalbinin içinde taşımak…
Bu, insanın içini usul usul kemiren bir sızı gibidir.
İmkânsız değilken imkânsızmış gibi davranılmasıysa, sabır değil, yürek ister.
Karşında bir duvar yoktur belki, ama o duvarı hissedersin.
Göz göze bakılır ama temas etmez kalpler.
Engel Değil, Bahane
Bazen anlıyorsun ki engelleri hayat değil, insanlar koyuyor.
Korkularını ‘’mesafe’’ diye süslüyor, duygularını ‘’ zaman isterim’’ diye erteliyor.
Oysa sevgi, bahane istemez; bir kalp diğerine dokunuyorsa, yollar kendiliğinden açılır.
Engel yokken bile engel varmış gibi davrananlara inat; sen beklemeyi değil, kendini seç.
Çünkü bazen bir şeyi beklemeyi bırakmak, o şeyin en sessiz intikamıdır.
Ve ümit, her zaman birine değil, bazen sadece kendine dönmektir.