Değerli Okuyucular,
Aile olarak büyük oğlumuz Mert ile okul deneyimimiz başladı. Viyana’da başlayan okul serüvenimiz (geçen haftaki yazımda ufak bir kesit vermiştim), Türkiye’de devam ediyor.
Türkiye’deki okullardan birinde, Mert’in veli toplantısında öğretmeninin şunu dediğini hatırlıyorum:
“Mert sınıfta sessiz kalmayı tercih ediyor. Biraz daha dışa dönük ve konuşkan olabilir.”
Öğretmene şunu dediğimi hatırlıyorum:
“Her çocuğun dışa dönük ve “hey ben buradayım, herkes bana baksın!” demesi mi gerekiyor? Çocuk gelişimini bilen biri olarak bakış açınız nedir?”
Öğretmen cevap veremedi.
Anne-babalar çocuklarını iyi gözlemlerlerse onlarla ilgili birçok bilgiye sahip olurlar. Öğretmenin Mert ile ilgili verdiği geri bildirim bana benim çocukluğumu hatırlattı. Ben de Mert gibi girdiğim ortamlarda ilk etapta gözlem yapardım ve hala yaparım. Ortamı, enerjiyi, insanların olma halini anlamaya çalışırım. Bu gözlem sürecini bir nevi planlama süreci olarak düşünebilirsiniz. İleride bu ortamla nasıl ilişki kuracağımı planlamak için veri topladığım bir süreç. Mert’in gözlem sürecinde olduğunu bildiğim için öğretmeninin verdiği geri bildirimin beni etkilemediğini tahmin edersiniz. Hatta öğretmen hakkında bende soru işareti yarattı.
Aynı okul küçük oğlum Manuel için bir öneriyle geldi. Manuel’in üstün zekalı olduğunu düşündüklerini ve bunu tespit etmek için IQ testi yapmak istediklerini paylaştılar. Eşim ve ben merakımızdan kabul ettik. IQ’nun Manuel’in yaşamında etkisi olacağını ancak yaşamının IQ’nun yanında, bundan daha da ehemmiyetli şeylerle şekilleneceğini biliyorduk, yine de testin sonucunu ve okulun nasıl bir geri bildirim vereceğini merak ettik ve kabul ettik.
Birkaç hafta sonra okul Manuel’in test sonucunu paylaştı.
“Oğlunuz üstün zekalı çıktı! Tebrikler!”
Bunun ne anlama geldiğini sorduğumuzda Manuel’i üstün zekalılar sınıfına almak istediklerini ve burada farklı bir müfredata tabi tutacaklarını paylaştılar. Müfredatı tam açıklayamadılar. Ayrı sınıflar, ayrı müfredat, ayrı yaşam. Böylesine ayrıştırılmış ve üst kimlik oluşturulmuş çocukların ileride herkesin aynı potada eridiği yaşama nasıl adapte olacaklarını sorduğumuzda okul yönetiminde tam bir sessizlik hakimdi. O noktada eşimle, çocukları başka bir okula almaya karar verdik.
Bu örnek, bir eğitim kurumunun çocuk gelişiminde IQ’nun yerini ne kadar yanlış konumladığına bir örnek.
Epey araştırdıktan sonra içimize sinen başka bir okul bulduk. Aynen Viyana’da kullandığımız yöntemi kullandık. Hem akademik hem sosyal/duygusal gelişime önem veren ve yemekleri günlük olarak mutfağında, taze taze pişiren bir okul. Bu okul çocukları herhangi bir teste tabi tutmadı. Sadece çocuklarla mülakat tarzı bir görüşme yaptı. Görüşme sonucunda şunu paylaştılar:
“Mert üzerinde akademik açıdan biraz çalışmalıyız. Ancak kendine olan özgüveni ile herşeyin üstesinden geleceğini düşünüyoruz. Manuel ise yaşının epey önünde ve hep önden gidecek.”
Seneler sonra yine aynı okuldayız. Mert üzerinde dedikleri çalışmayı hakikaten yaptılar. Mert akademik olarak daha detaylı ve odaklı çalışma istiyor. Hem okulun hem bizim desteğimiz ve kendi çalışkanlığı ve özgüveniyle şimdi okulun en iyi öğrencilerinden biri oldu. Manuel de aynen tespit ettikleri gibi hep sınıfının önünde başladı ve hep orayı muhafaza etti. Fazla çalışmasına da gerek olmuyor.
Şimdi geriye dönüp baktığımda Mert’in ve Manuel’in okuldaki konumlarında hiçbir okulun dile getirmediği başka bir faktör daha olduğunu görüyorum. Mert, kendi sınıfının içinde yaşça en küçük, Manuel ise yaşça sınıfının en büyüğü. Bu yaşlarda beynin gelişimi aydan aya büyük farklılıklar gösteriyor. Dolayısıyla aynı sınıf içinde aralarında 8-9 ay fark olan çocukların akademik gelişimleri arasında büyük fark oluyor. Mert, bu farkı diğerlerinden daha fazla çalışarak ve kendisine güvenerek kapattı. Bu Mert’e ciddi bir öz disiplin kazandırdı. Manuel ise bu farkı avantaja çevirip sadece dersleri iyi dinleyerek istediği başarıyı sağladı. Ancak öz disiplin ve sorumluluk almak konusunda Manuel ile hala çalışıyoruz :)
Yıllar evvel öğretmeninin Mert’in sınıfta sessiz kalıp gözlem yapmayı tercih etmesiyle ilgili konuya gelince; sadece Mert değil, Manuel de ilk girdiği ortamda bir süre gözlem yapmaya devam ediyor. Gözlem sürecinden sonra kiminle ilişki kurmak istediklerini kendileri seçiyorlar. Ve bu seçimleri onları mutlu ediyor. Birbirlerini besledikleri, güzel dostluklar kuruyorlar.
Sevgili Daniel Goleman Duygusal Zeka kitabında bunu “farklı bir zeka çeşidi” diye tanımlamış. Duygusal zeka. IQ’nun çok ötesinde. IQ da dahil, elindeki mühimmatla yaşamını nasıl kendisine hizmet edecek şekilde kurabileceğini anlatan bir zeka.
Anaokulu öğrencileri arasında yapılan araştırmalar, sınıfta gözlem yapmayı ve bir süre sessiz kalmayı tercih eden öğrencilerin, ileride sınıftaki liderlik rollerine daha kolay yükseldiklerini göstermiş. Bu öğrencilerin, ileriki yaşamlarında liderlik, yöneticilik, diplomasi, satış gibi alanlarda daha çevik ve atik olduklarını belirtmiş. Gözlem yapan insanlar, çevrelerindeki sosyal haritayı büyük bir netlikle çıkartabiliyor ve bu harita vasıtasıyla içinde yaşadıkları toplumda yollarını büyük bir çeviklikle bulabiliyorlar. Bu IQ’nun çok ötesinde bir zeka.
Tüm bu araştırmalar, eğitim sisteminin dönüşmek mecburiyetinde olduğunu gösteriyor. Mesele LGS, üniversite veya SAT sınavlarından en yüksek notu aldıran okulu bulmakta değil. Mesele, müfredatını, çocuğun yaşama hazırlanmasını sağlayacak şekilde şekillendiren bir eğitim sistemi kurgulamakta. Bu, içinde IQ’yu da barındıran, ancak IQ’ya fikse olmayıp, IQ’nun önüne geçip çocuğun duygusal zekasını da geliştiren bir sistem.
Dünyada böyle bir eğitim sistemi var mı acaba?
Şimdiye kadarki ebeveyn deneyimimden ve Daniel Goleman gibi değerli araştırmacıların vardıkları bilimsel sonuçlardan yola çıkarak anne babalara aşağıdaki önerilerde bulunmak isterim:
• IQ’nun, çocuğunuzun yaşamındaki etkisinin sadece %20 civarında olduğunu not edin. Çocuğunuzun yaşamı, IQ’sunun ötesinde EQ’su, karakteri, sosyal çevresi, sosyo-ekonomik durumu, sizin olma haliniz ve şans gibi birçok faktörle şekillenecektir. Onun yaşamı şekillenirken sizin yapmanı gereken, ona hizmet edecek en iyi çözümleri bulup ona sunmanızdır.
• Çocuğunuzun okul seçiminde, sadece IQ ve akademik başarıya kafayı takmış okullardan uzak durun. Buradan çıkan çocuklar, yaşama katıldıklarında yaşamın sosyal haritasında kayboluyor ve yollarını bulmak için absürd yöntemlere başvurabiliyorlar.
• Anne-baba olarak çocuğunuzun sizden ayrı bir birey olduğunu kabul edin. Çocuğunuza en iyisini verme söylemi ardında çocuğunuzu sizin hayallerinizi gerçekleştirecek bir araç olarak kullanmayın.
• Vücuda faydalı bir yeme-içme rutini geliştirmek, temel eğitimin en önemli başlıklarından biri. Zira vücudumuz var olduğu sürece bu dünyada madden varız. Dolayısıyla okul seçiminde, kantini olmayan ve öğünlerde yemekleri taze taze pişiren okul seçmenizi şiddetle öneririm.
Sevgiyle,