“Siyasetin gerçek gücü, duygusal dengeyi koruyabilen insanlarda saklıdır.”
Siyaset çoğu zaman güç, temsil ve karar alma üzerinden konuşulur. Oysa bu alanın içinde en az dile getirilen şey, bu gücü taşıyan insanların ruhsal yüküdür. Dışarıdan kararlı, planlı ve güçlü görünen kişilerin iç dünyasında, çoğu zaman sessiz bir yorgunluk vardır. Çünkü sürekli güçlü görünmek, insanın kendine dönmesini zorlaştırır.
Toplumun önünde olmanın, her söze hâkim olmanın, hiçbir duyguyu belli etmemeye çalışmanın bir bedeli vardır. Bu bedel, kişinin kendi duygularını, ihtiyaçlarını ve kırılganlıklarını geri plana itmesidir. Bir noktadan sonra, iç ses duyulmaz olur; kişi ne hissettiğini bile fark edemez. Ve iç ses sustuğunda, alınan kararlar da duygudan, insandan, vicdandan uzaklaşır.
Güç sahibi olmak bazen “her şeyi bilmek”, “her şeye yetmek” zorundaymış gibi hissettirebilir. Oysa insan, ne kadar güçlü bir konumda olursa olsun, hâlâ insandır: yanılır, yorulur, duygulanır. Bu yönüyle güç, sadece yönetme becerisi değil; kendi sınırlarını gözetebilme, insan kalabilme sorumluluğudur.
Bir toplumun sağlıklı ilerleyebilmesi için yönetenlerin de ruhsal olarak iyi olması gerekir. Çünkü iç dengesi bozulmuş bir kişi, farkında olmadan çevresine de bu dengesizliği yansıtır.
Dinlenmeyen, sürekli koşan, kendini dinlemeye vakit bulamayan bir insanın, başkalarını dinlemesi de giderek güçleşir. Dinlenmeyen sözler, zamanla toplumda duyulmayan seslere dönüşür.
Bu yüzden kendini korumak, sadece bireysel bir ihtiyaç değil; topluma karşı bir sorumluluktur. Güçlü görünmekle güçlü kalmak aynı şey değildir.
Gerçek güç; gerektiğinde susabilmekte, dinleyebilmekte ve insan kalabilme cesaretini gösterebilmektedir.
Belki de bir toplumun huzuru, onu yönetenlerin içsel huzuruna sandığımızdan çok daha fazla bağlıdır.