Bazen insanın hafızası en büyük yükü olur. Her şeyi hatırlamak, her sözü, her bakışı, her anı zihninde saklamak… Kimileri ‘’ hassas kalpler için dünya cehennemdir’’’ der. Katılıyorum. Çünkü hafıza sadece bilgiyi değil, acıyı, kırıklıkları ve yorgunlukları da biriktirir. Bu yüzden bazı kalpler, omuzlarına görünmez bir yük asılmış gibi ağırlaşır.
Son zamanlarda kendimi bir hayalet gibi hissediyorum. Kalabalıkların arasında gezen ama dokunamayan, varlığı hissedilen ama görünmeyen bir ruh gibi… Bedenim burada ama içim başka bir yerde gibi. Adımlarım var ama ayaklarımın altındaki yol yok gibi. Dünyanın ağırlığı içimde ama ben düşmeden tam sınırda yürümeye çalışıyorum.
Yorgunluk sadece kaslara sinmez; ruha da siner. Bazen konuşmak bile lüks olur, bazen üretmek bir savaş. İnsan kendine yabancılaşır. ‘’Ben’’ dediğin varlıkla arana camdan bir duvar örülür. Görürsün ama dokunamazsın.
Hayalet gibi gezmek, aslında bir çığlıktır. ‘’Ben buradayım!’’ demenin sessiz halidir. Kimsenin duymadığı, görmediği, hissetmediği bir yorgunluk. Ama bu hal bile bir şey anlatır: hala düşmedin, hala yürüyorsun. Bu, içindeki gücün ve direncin sessiz kanıtıdır.
Belki de bu yorgunluk, ruhun ‘’artık dinlen’’ çağrısıdır. Belki de üretkenliğe ara verip sadece nefes almak, sadece yaşamak zamanıdır.
Çünkü hayaletlik hali sonsuz değildir; bir gün yeniden can bulur, yeniden hissedersin. Hafızanın yükü hafifler, kalbin yeniden ışığa döner.
Bu yazıyı kendime not gibi de düşünüyorum: Hayalet gibi gezen kalbim, sen aslında hala varsın. Sadece yoruldun. Sadece biraz dinlenmek istiyorsun. Ve bu, güçsüzlük değil, insan olmanın en dürüst hali.