Benim Öğretmenlerim: 2

Kadri Beyin Kızılcık Sopası

Kötü öğretmen dedim de aklıma Kadri bey geldi hemen. Kızılcık sopalı Kadri Bey... Onun nöbetçi olduğu gün, gözüne görünmemek için yerin dibine batasımız gelirdi.

Çavuş olmanın keyfini unutup acısını tattığım günlerdi onun nöbetçi olduğu günler. Sınıf mümessiline “çavuş” derdik o zamanlar.

Çavuşun görevi öğretmen gelinceye dek haylazları susturmak. Susan olmazsa onların numaralarını tahtaya yazmak. Nöbetçi Öğretmen gelince cezasını verecektir elbet.

Benim hiçbir zaman özüm dövmemiştir bir arkadaşımın numarasını tahtaya yazmaya. Özellikle de Kadri Beyin nöbetçi olduğu günlerde…

Yazsam onların başına neler geleceğini biliyorum ya…

Arkadaşlar da azdıkça azarlar ben böyle yaptıkça. Kendilerine gösterilen merhameti istismar etmede üstlerine yoktur.

Derken gürültüyü duyan Kadir Bey hışımla içeriye girer. Elinde o meşhur kızılcık sopası.

“Kim bu gürültüyü çıkaranlar Çavuş!”

Başımı önüme eğerim.

Kara tahtaya bakar. Orada yazılı bir tek numara bile yoktur.

“Anlaşıldı…” der keyifle Zalim Kadri Bey. “Senin canın sopa çekmiş yine. Eh, ne yapalım, biz de senin gönlüne göre verelim.”

Bağırır.

“Aç avuçlarını!”

Gel de açma.

Yer misin, yemez misin?..

Onuncu sopadan sonrası vızgelir. Çünkü el sizin eliniz değildir artık. Uyuşmuştur.

***

Aradan zaman geçince Kadri Beyden sopa yememenin formülünü öğrendim.

Öğretmenimizin bir muhasebe bürosu var. Çalışkan öğrencilerinden üç beşi geceleri onun yanında çalışırlar.

Bir gece nasılsa benim de yolum düştü oraya. Çocuklar, gözlerine bit düşmüş gibi şevkle nasıl da çalışıyorlar.

Bu hevesin nedenini az sonra anladım. Bir masa kuruldu. Ortaya malzemeler döküldü. Arkadaşlardan biri bir leğençenin içinde çiğköfteyi yumruklamaya başladı.

Bir çiğköfte ki, çiğköfte derim size. Rakı şişesi merdane gibi kullanılıyor. Ceviz içlerini, fıstık içlerini ezilip, çiğköfteye katıyor, öyle yoğuruyorlar. Tadına da doyum olmuyor…

Yaaa, “rakı şişesi” dedim. Hem de dolu, 70’lik, Yeni Rakı…

Ne yazık ki benim o taraklarda bezim yoktu. Ne rakının tadını bilirdim o zamanlar, ne de muhasebe defteri tutacak kadar iyi bir öğrenciydim.

O nedenle yazık ki Kadri Beyin gözde öğrencilerinden olma şansını yakalayamadım. Böyle olunca da, kızılcık sopasını yemeye devam…

Bir de deler ki, “Öğretmenin vurduğu yerde gül biter…”

Evet, doğru, gül bitiyor ama  mis kokulu değil; acı biber kokulu bir gül. Anımsadıkça bugün bile duyar gibi olurum o kokuyu.

İyi insanlar iyilikleriyle anılıyor. Ya iyi olmayanlar. Onlar aslında anmaya bile değmez.