Bilenler bilir; yıllardır öngörülerimden yola çıkarak her yılın ruhunu okumaya, küresel gelişmeleri analiz etmeye çalışırım. Bugün gelin, Çin, ABD ve Rusya gibi büyük güçler arasındaki amansız çıkar mücadelesinin Türkiye’yi nasıl etkilediğine birlikte bakalım. Aynı zamanda İsrail’in küresel sermaye ve ABD siyaseti üzerindeki etkisini, bu gücün hedefleri doğrultusunda nasıl acımasızca kullanıldığını da konuşalım.

Gelişmiş ülkeler için sanayileşme yalnızca üretim artışı değildir; aynı zamanda yeni enerji kaynakları arayışının da kapısını aralar. Tıpkı 1700’lü yıllarda başlayan sanayi devriminde olduğu gibi… O dönemde Afrika başta olmak üzere birçok coğrafya sömürülmüş, yer altı ve yer üstü zenginlikleri gelişmiş ülkelere kurban edilmiştir. Bugün ise dünya yeni bir teknoloji devriminin eşiğindedir. Yapay zeka, robotik sistemler, uzay yakıtı olarak görülen nadir elementler, telefon ve bilgisayar teknolojilerinin vazgeçilmezi olan kobalt ve benzeri madenler; küresel güçleri yeniden ve daha sert bir kaynak arayışına itmektedir.

ABD’nin Venezuela’daki yer altı kaynaklarına yönelik iştahı ya da kutuplar üzerindeki hakimiyet arzusu bunun en açık örneklerindendir. Bugün Tayland’ı destekleyen ABD’nin Kamboçya’yı çatışmanın içine sürüklemesi tesadüf değildir. Zira demir, bakır ve altın başta olmak üzere birçok nadir elemente sahip Kamboçya, ABD’nin sömürü sofrasındaki onlarca yemekten yalnızca biridir. Burada ABD derken; bir ucu İsrail’e uzanan küresel para baronlarını, savaşları körükleyip silah satan lobileri de kastettiğimi özellikle belirtmek isterim.

Çin’in durdurulamaz biçimde her alanda güçlenmesi, ABD’nin “dünyanın tek süper gücü” olma iddiasını ciddi biçimde tehdit etmektedir. Bu nedenle Yeni İpek Yolu Projesi’nin stratejik noktalarında varlık göstermek için yoğun çaba harcıyorlar. Çünkü biliyorlar ki İpek Yolu çarkı tam anlamıyla dönmeye başladığında, Çin sadece küresel bir güç değil, küresel düzeni belirleyen ana aktör olacaktır. Zengezur Koridoru’na ABD’nin dahil olma isteği doğal olarak Rusya ve Çin’i rahatsız etmiş, bu durum Azerbaycan-Rusya hattında gerginliklere yol açmıştır. Putin zaman zaman Türkiye’ye yönelik tepkisini ortaya koysa da iki ülke arasındaki ekonomik ilişkiler istikrarlı biçimde devam etmektedir.

İsrail ise Ortadoğu’yu yeniden şekillendirmek adına her yolu meşru görmüş, yüz binlerce insanın hayatını hiçe saymıştır. Tarihten gelen hesaplar, dini hedefler ve maddi çıkarlar; dünya savaşlarından bu yana hiç bu kadar iç içe geçmemiş, dünya düzeni hiç bu kadar kırılgan olmamıştır. Bugün dünya, “gücü elinde bulunduran her şeyi yapabilir” anlayışıyla yönetilmektedir.

Peki biz bu tablonun neresindeyiz? Dünyada bu denli sert bir çıkar kavgası yaşanırken sizce 2026 huzurlu bir yıl olabilir mi? Bana göre bu oldukça zor. Belki para ile silah anlaşırsa… Ancak yaşananlar pek umut vermiyor. Çok can yakıldı. Soruyorum size: Evladınızın canını alan, ailenize zarar veren birini bir yıl içinde affedebilir misiniz? Her şey zamanına gebedir. Filistin’de ve Ortadoğu’da çıkar uğruna katledilen onca masum, bizim yüreğimizde kapanmayan bir yaradır. Buna Doğu Türkistan’daki kardeşlerimizin acısını da eklemek gerekir.

Türkiye bu süreçte kendi değerleriyle güçlenmeye çalışmaktadır. Türk Devletleri Teşkilatı bu yüzden son derece önemlidir. Coğrafi konumumuz bizi her zaman risklerle aynı kareye soksa da, aynı zamanda büyük avantajlar da sunmaktadır. Bugün Türkiye, stratejik konjonktür neyi gerektiriyorsa ona göre dış politika üretebilecek olgunluğa ulaşmıştır. Dün bu topraklar üzerinde kurulan oyunlar nasıl vardıysa, bugün de olacaktır. Biz her kulvarda mücadele edeceğiz; alanımızı savunurken çıkarlarımız doğrultusunda dünyaya açılacağız.

Velhasıl 2026, dünya genelinde çıkar savaşlarının belirleyici olduğu bir yıl olacak ve bu süreç doğal olarak bizi de etkileyecek. Maddi kazanımlar elde etsek bile; kültürel, dini ve milli bir nesil yetiştirmek konusunda çok daha fazlasını yapmak zorundayız. Öte yandan dünya ve Türkiye yeni krizlere karşı hazırlıklı olmalıdır. Olası bir deprem riski karşısında İstanbul’un dönüşümü artık bireysel mülk sahiplerinin insiyatifine bırakılamaz.

Bu mesele ulusal bir beka sorunu olarak ele alınmalıdır. Ekonomik kırılganlıklar onarılmalı, servetin belli ellerde değil toplumun geneline yayıldığı daha adil bir sistem inşa edilmelidir. Yani dışa açılırken, içeride risk oluşturan unsurlar da kararlılıkla ortadan kaldırılmalıdır. Allah hepimize şuur, ruh ve beden sıhhati versin. Hayırlı yıllar.