Ne kadar canı yanmış kadın gördüysem, hikâyeler hep birbirine benziyordu. Çünkü kadın sevince daha toleranslı, daha affedici, saha sabırlı oluyor. ‘’Ne önemi var?’’ deyip geçilen, ‘’olabilir’’ diyerek affedilen her şey aslında geleceğin tohumları. Küçük ipuçları.
Zamanla o ipuçlarını topluyorsun, avuçlarına doluyor. Bir bakıyorsun ki avucunda taşıdığın şey sevgiden çok acının, kırgınlığın ve hayal kırıklığının mayası olmuş. İşte o an kendine sormalısın: ‘’ Bundan sonrası ne?’’ Çünkü göz yumduğun her şey, vakti geldiğinde önüne bir dağ gibi dikiliyor.
İçindeki sezgi aslında seni hep uyarır. Bir korku düşer içine, ‘’yanlış bir şey var’’ dersin ama görmezden gelirsin. Hata yaparsın. Ve gün gelir, kalkman gereken masada hala oturduğunu fark edersin.
Unutma kızım; bu dünyaya kimseyi doyurmaya, kimseyi düzeltmeye gelmedin. Olgunlaşmamış adamları büyütmek, ‘’ adam etmek’’ senin görevin değil. Senin sabrınla değişmezler, henüz olmamış olanlar. Senin tek sorumluluğun, kendini seçmek.
Çünkü en büyük olgunluk; sevdiğin halde kendini kaybetmemek, affedildiğin halde sınır çizebilmek, kalbin yanarken bile masadan kalkmayı bilebilmektir.
Ve unutma: İlk seçimin hep kendin olsun.
Çünkü sen kendini seçemediğin sürece, kimse seni gerçekten seçmez. Sevgiyle, sabırla büyüttüğün yaraların yükünü taşımak zorunda değilsin. Masadan kaktığında kaybeden sen değil, seni kaybedendir.