Son haftaların gazete manşetleri neredeyse aynı kelimeleri tekrar ediyor: operasyon, madde trafiği, riskli davranışlar, gençler…
Her gün bu kadar çok haber görünce insanın aklında bir soru büyüyor:
“Neden?”
Bu “neden” yalnızca suç oranlarını merak eden bir sorudan ibaret değil. Daha çok, içten içe şöyle bir sorgulamanın kapısını aralıyor:
“Toplum olarak nasıl bu kadar kırılgan hale geldik?”
Çünkü madde kullanımının yükselişi yalnızca bir adli mesele değildir; aynı zamanda bir toplumun ruh sağlığı haritasının da göstergesidir.
Kırılganlık Bir Anda Oluşmaz
İnsan bir gecede bağımlı olmaz; toplum da bir gecede bu kırılganlığa sürüklenmez.
Birikir.
Sessizce.
Gözle görünmeyen yerlerde…
Günlerce süren stres, yıllarca süren ekonomik baskılar, aile içindeki iletişimsizlik, gençlerin taşıdıklarından ağır beklentiler…
Sonra bir bakmışız, toplumun direnci zayıflamış.
Daha önce duyduğunda irkildiğin bir haber artık gündelik rutin olmuş.
Bu duyarsızlaşma, işin en tehlikeli tarafı.
Bu Manşetlere Nasıl Geldik?
Bu soruya öfkeyle ya da hızlı suçlayıcı cümlelerle değil, sakin bir analizle bakmak gerekiyor. Çünkü mesele bir kişinin, bir kurumun ya da tek bir tercih zincirinin ötesinde.
1) Bağlarımız inceldi
Aile bağları, mahalle ilişkileri, okul ile genç arasındaki bağ… Yıllar içinde esnedi, gevşedi.
Genç bir zihin bağ bulamadığında boşluğa düşer. O boşluk riskli davranışlara açık hale getirir.
2) Ekonomik yük ruhu ağırlaştırdı
Sürekli bir mücadele hali… Hep “idare etmek”…
Bu duygu halinin en çok etkilediği kesim gençlerdir, çünkü gelecek algısı bulanıklaştığında risk artar.
3) Kötü olanın normalleşmesi
Arka arkaya verilen operasyon haberleri bir yandan güven hissi yaratırken, bir yandan da tehlikeyi sıradanlaştırabilir.
Genç bir zihin “demek ki bu çok yaygın” diye düşünebilir.
4) Koruyucu sistemler zayıfladı
Spor alanları, sanat, gençlik merkezleri, mahalle dayanışması… Bunlar bir toplumun görünmeyen güvenlik hatlarıdır.
Zayıfladığında risk yükselir.
Toplumsal Sorumluluğumuz Ne?
Bu sorunun cevabını tek bir kesime yüklemek kolay olurdu ama doğru olmazdı.
Çünkü bağımlılık bir sonuçtur.
O sonuca giden yolu ise hep birlikte döşeriz.
Bu nedenle sorumluluğu şöyle düşünmek gerekir:
• Çocukları ve gençleri duyan bir toplum olabilir miyiz?
Sadece soran değil, dinleyen…
Sadece eleştiren değil, anlayan…
• Ruh sağlığını erişilebilir kılabilir miyiz?
Psikolojik destek lüks değil, önleyici bir halk sağlığı uygulamasıdır.
• Umutsuzluk dilinin yerine umutlu bir kültür inşa edebilir miyiz?
Sürekli “bitmişlik” hissi bir toplumun en görünmeyen yarasıdır.
• Gençler için güvenli sosyal alanlar yaratabilir miyiz?
Boş zaman en büyük risk alanıdır.
Değer üretilebilen zaman ise en güçlü koruyucudur.
Asıl Soru: Birbirimize Yeniden Nasıl İyi Gelebiliriz?
Bugün manşetlerde gördüğümüz her operasyon, aynı zamanda bir toplumsal çağrıdır:
“Kırılganız, farkında mısınız?”
Belki de artık bu soruya savunmaya geçmeden, suçlayıcı bir dil üretmeden, insanı anlamaya çalışan bir yerden bakmak gerekiyor.
Çünkü bir toplumu koruyan şey daha fazla korku değil;
daha fazla temas, daha fazla bağlılık, daha fazla umuttur.
Ve en önemlisi:
Bu tablonun değişmesi için toplumun tüm katmanlarının —aileden okula, komşudan kurumlara— küçük ama samimi adımlar atması gerekir.
Sonuçta, bağımlılık yalnızca bireyin dramı değil; birlikte oluşturduğumuz toplumsal atmosferin sessiz bir aynasıdır.