Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın son konuşmasında altını çizdiği çok önemli bir başlık vardı: “Nüfus meselesi.” Bir ülkenin bekası için en kritik unsur, donanımlı ve şuurlu bir genç nüfusa sahip olmaktır. Ancak ben, bunu yirmi yıldır CİMER’den tutun da ulaşabildiğim milletvekillerine, yöneticilere kadar herkese dile getirmeye çalışıyorum. Bu konunun yeniden gündeme gelmesi, bende içimde biriken büyük bir sızıyla birlikte adeta bir iç patlamasına dönüştü.
Beni tanıyan bilir: İlk seçimde bir fazla oy için, 70 yaşındaki yatalak amcamı sırtlayıp sandığa götürdüğümü arkadaşlarım da mevla da bilir. AK Parti’nin kurulduğu ilk gün teşkilat mesaim başlamıştı. Afiş asma telaşıyla koştururken, Adem Eraslan abimiz gözlerimizin önünde rahmet-i rahmana kavuşmuştu. Onun sayesinde bizler kurtulduk belki de… Bugün nasıl doğruları alkışlıyorsak, yanlışları da halının altına süpüremeyiz.
Konumuza dönersek; mensubu olduğum partiyi bu noktada eleştirme gereği hissediyorum. Zira nüfus politikası, eğitim politikasıyla birlikte ele alınmadığında eksik kalır, yarım kalır. AK Parti iktidara geldiğinde, Türkiye’nin en büyük gazetesi manşetten “İrtica hortlayacak” yazmıştı. Altında ise “Kara çarşaflılar çoğalacak, okullar Kur’an kursuna dönecek” gibi ithamlar vardı. Peki yıllardır iktidarda olan bu parti hem kendi tabanı hem de ülkenin geleceği için gerekli olan her yönden donanımlı bir nesil yetiştirmeyi başarabildi mi? Bana göre hayır.
Bu konuda yaşadığım binlerce örnek var. İsrail, Filistin’e saldırdığında feribotta arkamda oturan ve büyük bir üniversiteden mezun olmak üzere olan gençlerin, kendi aralarında “Biz hangi tarafı tutmamız gerekiyor?” diye konuşmaları geliyor aklıma. Derin bir “ah” çekiyorum… Biz İstanbul’un en çetin mahallerinde büyüdük ama ilkokul çağındaki bir çocuk bile komşu ülkelerin haritasını, stratejik önemini, dostunu düşmanını bilirdi.
Bugün ise milli, dini ve stratejik şuura sahip olmayan bir gençlik yetiştiriyorsanız, isterseniz bir milyar nüfusa ulaşın; o gençlik ne size aittir, ne de geleceğinize güvence olur. Aksine her yönden bir risk, bir zafiyet taşır. Kendi yaptığınız en gelişmiş silahlarla bile yine sizin canınızı yakabilirler. Nitekim Sultan Abdülhamid Han’ın devrinde gençlik kullanılarak bir imparatorluk yıkıldı. 15 Temmuz’da da benzer bir ihaneti biz yaşadık. Allah’a şükür ki şehitlerimizin fedakârlığı sayesinde ülkenin bekası korundu.
Gençlik işlenmemiş bir mücevher gibidir. Eğer biz bu mücevheri işleyip gerçek değerine kavuşturmazsak, başta sosyal medya olmak üzere küresel odaklar dolduramadığımız her zihin boşluğunu doldurur.
Evlenme masrafları, ev fiyatları, düğün yükü, takılar derken gençler daha hayatın başında devasa bir borç dağının altında kalıyor. Bu yük, eşlerin birbirini tanımasına, sağlam bir yuva kurmasına engel oluyor; bir yandan hayat mücadelesi, diğer yandan geçim sıkıntısı derken çocuk sahibi olmak geri plana itiliyor.
Bence en az iki çocuğu olup bir evi olmayan ve tek maaşla geçinen (asgari ücretli bir baba) aileler, devlet tarafından ciddi şekilde desteklenmeli. İş adamlarının da katkı sunacağı bir fon, bir vakıf kurulabilir. Bu, toplumun geleceğine yapılan en kıymetli yatırım olur.
Daha dün ortaokula giden kızım, “Baba, sabah beslenmesine sadece makarna koyup gelen arkadaşlarım var” dediğinde içim parçalandı. Çocuk yetiştirmenin her yönden zorlaştığı bir dönemdeyiz. Su ve ayran satarak Topkapı’da beş çocuğunu büyüten babam bile bugün bir bakkal dükkanının kirasını ödemekte zorlanıyor.
Bu sorun ancak iş dünyasının, ekonomistlerin ve devletin çok yönlü bir bakış açısıyla birlikte hareket etmesiyle çözülebilir. Sosyal medya 24.00’ten sonra kapatılmalı. Tıpkı eskiden TRT’nin gece yarısı yayınını sonlandırdığı gibi… Çocukların bilgisayar ve internet erişimi belli bir yaşa kadar ciddi şekilde sınırlandırılmalı, bunun yerine spor, sanat, kültür ve üretime dönük alternatif aktiviteler ortaya konmalıdır.