Bir düşünün: sevgililik adı altında sürdürülen bir birliktelik. Ama dokunma yok, dokunulmaya izin yok. Fiziksel temasın sıcaklığı yok, hormonun bile fısıldadığı bir yakınlığa kulak verilmiyor. Maneviyatın ardına sığınıp her şeyi soyutlayan, kalbi değil sadece aklıyla yaşayan bir tavır. Peki, bu hala ‘’ilişki’’ midir?
Gerçek ilişki, yalnızca ‘’benim sevgilim var’’ demekle var olmaz. İlişki; dokunmayı, hissetmeyi, duyguyu, samimiyeti, güveni ve paylaşımı ister. Bir taraf yalnızca soyut bir bakış açısına çekildiğinde, öteki tarafın duygusal ve fiziksel ihtiyaçları yok sayıldığında, bu bağın adı sevgililik değil, yalnızlığın çift kişilik yaşanan halidir.
Sevgi, iki insanın birbirine yaklaşmasıyla çoğalır. Birlikte gülmek, birlikte susmak, birlikte temas etmek… İnsan ruhu yalnızca sözle değil, dokunuşla da şifalanır. Sevgililikte bedenin inkârı, duyguların reddi, yakınlığın ertelenmesi ilişkiyi kurutulmuş bir çiçeğe dönüştürür. Görünüşte var ama özü çoktan ölmüştür.
İki kişiden biri bu kafadaysa, ilişki tek kanatlı kuş gibidir. Uçamaz, ilerleyemez, sadece düşer. Çünkü sevgililik denilen şey, iki tarafın da duygusunu, emeğini, sadakatini ve şefkatini koyduğu bir yolda anlam bulur. Aksi halde ‘’ilişki’’ kelimesi, yalnızca tabeladaki boş bir isimden ibaret olur.
Unutmayın: Sevgililik bir ‘’etiket’’ değil, yaşanan bir ‘’hal’’dir. Hal yoksa dokunuş yoksa duygu yoksa o zaman ortada bir ilişki değil, sadece adı konmuş bir yalnızlık vardır.
Sevgi, sadece söylenen bir kelimeyle değil, kalbin kalbe değmesiyle anlam bulur. Bir elin diğer ele dokunuşunda, bir bakışın içine gizlenen sıcaklıkta yaşar. İki ruh birbirine yaklaşmıyorsa, adı sevgililik olsa da o bağ ruhsuz bir gölgeye dönüşür. Çünkü gerçek ilişki, hem ruhun hem de bedenin birbirini tamamladığı yerde başlar.
Sevgi, temasla can bulur; dokunulmayan kalp zamanla donar.