Yollar, yollar, yollar…
***
Bu kadersiz kente yağmur yağdığında, kar yağdığında:
İnsanlara geçit vermeyen yollar…
İnsanların yürümeleri, kullanmaları için yapılmış, hem de asfaltlanmış ama hesapsız kitapsız yapılmış yollar.
Araçların; otobüs, kamyon, pikap ve taksilerin geçerken insanları pis sularla baştan aşağı çimdirdiği; deryaya dönen yollar.
İnsanların karşıdan karşıya geçerken ayak bileklerine kadar suya battığı yollar.
Ve bundan kurtulmak içinde insanların ayaklarına 15 –20 cm. yüksekliğinde haphap (takunya) kullanmaları gereken yollar.
***
Kentte asfaltsız yol bırakmadıklarından dem vurarak bununla övünen yetkililer.
Hiç yağmur ya da kar yağdığında bu kadersiz kentin yollarında, caddelerinde yaya yürüdünüz mü?
Hiç sanmıyorum. Hele hele böyle zamanlarda makam araçları dururken yaya yürümek, pis sulara bata çıka yürümek akıl karı mı? Elbette değil.
***
Belki şimdi denecek ki; “yahu, arkadaş daha ne istiyorsunuz? Kentte asfaltsız yol bırakmadık. Yağan yağmura da, yağan kara da dur yağma diyecek halimiz yok ya.”
Doğru. Diyemezsiniz…
De:
Yaptığınız asfaltları, yapılan sokağın, caddenin konumuna göre; normlara uygun olarak yapmazsanız, ehil insanlara teslim etmezseniz…
Caddelerimiz, sokaklarımız bu kentin yüz karası olmaktan kurtulamaz.
***
Sayın yetkili, “aman alt tarafı bir yol değil mi” demekle bu işler görüldüğü üzere olmuyormuş. Hesap kitap işiymiş. Yağmur ya da kar yağdığında suyun nasıl ve nereye akacağının hesaplanması gerekiyormuş.
***
Yüz metrelik dümdüz bir caddenin bir ucundan diğer ucuna gidene kadar en az on yerinde kaldırım kenarında ya da yama yapılmış tam ortasında gölcükler oluşur. Bunu inkâr edebilecek; hayır böyle bir şey yok diyebilecek bir babayiğit var mı? Hiç sanmıyorum. Varsa ve bunu kanıtlarsa ben o babayiğit’in alnından öperim.
***
Eskilerin güzel bir sözü vardı: “Yaptığınız bir işe peh (eline sağlık) dedirin” derlerdi.
Yani bu demektir ki; yaptığınız işi dostlar beni alış verişte görsünler” anlayışıyla yapmayın, yaptığınız işin hakkını verin demekti.