Bazı insanlar giderken kapıyı çarpmaz, ses etmez, göz göze gelmez. Sadece giderler.

Bazıları ise kapıyı çarpar, sizi iter- kalkar, diğer yüzünü gösterir, hakaret eder, küfür eder, saygısızlaşır öyle giderler.

Arkalarında kırık dökük bir kalp, kocaman bir umutsuzluk, yarım kalmış hayaller ve gözyaşı bırakırlar.

Hak ettik mi? Kocaman bir hayır… Kimse bu üslupsuzluğu hak etmez.

En çokta bu koyar insana: Ne olduğunu anlayamamak yarım kalmak, soru işaretleri ile yaşamak, değer verdiğin insandan beklenmedik tavırlar görmek.

Birlikte anılar biriktirdiğin, hayatına aldığın, gönlüne aldığın, iş ve arkadaş ortamına soktuğun, kendinden bildiğin, onu özümsediğin insan birden çirkinleşip saygı eşiğini aşıp hak etmediğin şekilde seni rezil ederek gidebiliyor bazen.

Ne bir açıklama ne bir özür sonrasında ne bir veda… Üstelik sanki hiç var olmamış gibi davranır.

Vedalaşmak aslında bir söz değil, bir sorumluluktur. Ama bazıları bunu yapamayacak kadar özgüvensiz ve eksiktir. Yaşananlara bile saygısı yoktur. Yüzleşmeye cesaret edemezler.

Ama bil ki bu bir eksiklikse, o eksiklik sende değil, ondadır. Gitmeyi seçtiği gibi, sessiz kalmayı da seçmiştir. Bu bir suskunlukta değil aslında bir tercihtir. Ve tercihler, insanın karakterini en iyi anlatan şeydir aslında.

Belki de en güçlü vedalar, hiç söylenmeyenlerdir. Çünkü sen onun yerine hem gidişi-terkedilmeyi yaşarsın hem vedayı hem de kapanışı. Ve bu kadar yükle baş etmek kolay değil, ama bunu yapabilmekse güçlü bir ruhun ve karakterin göstergesidir.

Unutma, bir insan gitmiş olabilir… Ama sen hala buradasın. Ve bu hikâye de son sözü onun gidişi değil, senin ‘’yeniden doğuşun’’ söyleyecek.