Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 2025 verilerine göre ülkemizde 89.817 cami bulunuyor. Bu tablo karşısında gururlanmalı mıyız, yoksa alkışlamayı bırakıp gerçeklerle mi yüzleşmeliyiz?

Biz, madalyonun yalnızca parlak yüzünü görmeyi seven bir toplumuz. Arada bir, arkasını çevirip cılız sesler çıkaranlar olsa da bu sesler çoğu zaman taşlanarak susturuluyor. Çünkü sorgulamamayı, düşünmemeyi, sadece menfaatlerimizi gözetmeyi ve sorgusuz itaati toplumsal norm haline getirdik. Oysa dinimiz “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır.” derken; biz, ilk emri “Oku” olan bir dinin mensupları olarak okumaktan, akletmekten ve sorgulamaktan uzaklaştık.

Bugün biraz cesaretle madalyonun arkasına baktığımızda ise manzara pek iç açıcı değil. İslamilik Endeksi’ne göre Türkiye, İslam’ı en iyi yaşayan ülkeler sıralamasında 100. sırada. İlk 10’da ise Yeni Zelanda, İzlanda, Hollanda, İsveç, Norveç, Danimarka, İrlanda, İsviçre, Kanada ve Finlandiya gibi Batılı ülkeler var. Müslüman ülkelerin durumu ise malum…

Diğer araştırmalar da düşündürücü: 2008’de %2 olan ateist oranı 2025’te %12’ye yükselmiş. Deistlik ise 2011’de %2 iken 2024’te %7’ye çıkmış durumda. Bu tablo, inancın özünden uzaklaşıldığını açıkça gösteriyor. Çünkü biz dini, ilim ve ahlak yerine; taş duvarlarla, sembollerle, şekillerle temsil eder hale geldik.

Bugün İslam’ı kadının bedeni üzerinden tanımlayanlardan; adaletsizliklerini, yolsuzluklarını bir tutam sakalın, bir metre bezin arkasına saklayanlardan arınmak zorundayız. İbrahim olup, dini taş duvarların ardına hapsedenlerin putlarını yıkmak zorundayız. Evliya ya da mehdi kisvesine bürünenlerin peşinden gitmek yerine Yunusların yolunu takip etmek zorundayız.

Çünkü bu gerçeklerle yüzleşmezsek daha çok canımız yanacak, daha çok mazlumun feryadını duyacağız.

Ama bir umut var: Okumayı, düşünmeyi, sorgulamayı yeniden öğrenirsek; dini adalet, ahlak ve ilimle yeniden buluşturursak; o zaman güneş gerçekten doğudan doğacak.