Zamanın telaşına, insanların yapay samimiyetine, ilişkilerin hormon tatminiyle sınırlı sığlığına karşı artık durma vakti geldi. Herkesin bir şeyler söylediği, kimsenin hiçbir şey anlatmadığı, her anın bir gürültüye kurban gittiği bu çağda ben netliği savunuyorum.
Muammaya gizem süsü verip büyütenleri değil; açık, sade, dürüst olmayı…
Ego şişkinliklerinin, gösteriş dolu yarışların ortasında tevazu artık en asil duruş. Tevazu, susmayı bilmek değil; haklıyken bile sakin kalmayı seçmek, her şeyi göstermek zorunda olmamak demek. Oysa biz gösterdikçe eksiliyoruz, sustukça güçleniyoruz.
Karmakarışık düzenlerin içinde kaybolmaktansa, sade bir hayatın huzurunda kendimi buluyorum. Minimalizm sadece eşyada değil, ilişkide, düşüncede, duyguda da gerekli. Ne kadar az kalabalık, o kadar çok huzur.
Ve evet… sırf birilerine ait hissetmek için bir araya gelinmiş, içi boş birlikteliklerden ziyade; sükunetin asaletine teslim bir yalnızlığı yeğlerim. Çünkü bazı yalnızlıklar yoksunluk değil, seçimdir. Kendiyle barışık olmanın, ruhuna dokunabilmenin en sessiz ama en güçlü halidir.
Belki de artık karmaşayı değil, dinginliği; kalabalığı değil, özü savunmanın zamanı geldi. Ben tercihimi yaptım: Gösterişli hayatların değil, sade hakikatlerin tarafındayım.
Gürültü yerine sessizliği, kalabalık yerine derinliği, gösteriş yerine özü seçiyorum. İnsanın gerçek gücü sahip olduklarında değil, vazgeçebildiklerindedir. Ve ben karmaşadan, boş muhabbetlerden, suni yakınlıklardan vazgeçip sükûnetin asilliğine teslim oluyorum.
Bazen en büyük devrim, hiçbir şeyin peşinden koşmamaktır.