Geçtiğimiz hafta sonu bir kez daha aynı manzarayla karşılaştık: Sınava geç kalan gençler, sınav salonunun önünde çaresizce bekleyen veliler, gözyaşları, sinir krizi geçirenler… Kimisi kimliğini evde unutmuş, kimisi trafiğe takılmış, kimisi sınav saatini karıştırmış. Sosyal medyada dolaşan videoların her biri, aslında çok daha büyük bir sorunun kısa bir özeti.
Ben bunu gerçekten anlamıyorum. Yıllarca bu sınava hazırlanıyorsunuz. Ailenizin bin bir fedakarlıkla ödediği özel dersler, sabah akşam çözülen testler, gözlerinizin altına inen mor halkalar... Bütün bir gençlik, birkaç saatlik bir sınava hapsediliyor. Eğlence, spor, sanatsal faaliyetler bir kenara; arkadaş sohbetleri bile "deneme sınavı" arasına sıkışıyor. Peki sonra? Sınav günü bir aksilik oluyor ve yılların emeği bir saniyede silinip gidiyor. Olacak şey mi bu?
Üstelik bu gençlerin hataları da bazen o kadar büyük değil. Dakika farkıyla sınav kapısından içeri alınmayan çocuklar… Bir kalem, bir kimlik kartı yüzünden geleceği karartılanlar… Bu kadar mı katıyız? Bu kadar mı insanlıktan uzak bir sistem kurduk?
Gençler sadece sınava değil, hayata hazırlanmalıydı. Ama biz onları sadece sınavlara hazırladık. Sonra da "Sınavı kaçıran çocuk sorumsuzdur" diye ahkam kestik. Hayır efendim, asıl sorumsuzluk, çocukların üzerine bu kadar yükü yığan bizlerde. Asıl sorumsuzluk, sistemin bu kadar katı ve insafsız olmasında.
Bu ülkenin geleceğini bir sınav kağıdına sığdırmaya çalışmak en büyük hatamız. Şunu artık kabul edelim: Eğitim sadece akademik başarıdan ibaret değildir. İnsan yetiştirmek; sorumluluk, empati, hayat becerileri kazandırmakla mümkündür. Sınavlar elbette olacak ama bu kadar hayatın merkezine oturmayacak.
Bir çocuk sınava geç kaldığında ağlamamalı. Bir sistem, bir hata yüzünden gencin geleceğini elinden almamalı. Belki de asıl sınavımız burada başlıyor.