Bir Tramvayda Başlayan Çöküşün Simgesi
VURAN YUMRUK DEĞİL, SESSİZ KALAN TOPLUM
Bir şehir tramvayında, iki küçük çocuğuyla birlikte sadece yer isteyen bir baba, saygısızlığa karşı sesini yükselttiği için acımasızca saldırıya uğruyor. Bu olay tek başına bir cinnet hali değil; uzun süredir içten içe çürüyen bir toplum kültürünün ve kaybolan kamusal ahlakın somut yansımasıdır.
Bu olayda vahim olan yalnızca şiddetin kendisi değildir. Asıl sorun, etraftaki insanların kayıtsızlığı, bu tür olayların artık "her gün oluyormuşçasına" karşılanması ve saldırganlara karşı toplumsal bir tepki örgütlenememesidir.
TARİHSEL VE KÜLTÜREL ARKA PLAN: NEREYE GİDİYORUZ?
Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzanan süreçte, kamusal alanda ahlak, edep, büyük-küçük saygısı, yol hakkı gibi kavramlar hayatın vazgeçilmez normlarıydı.
Evliya Çelebi’nin seyahatnamesinde bile, kalabalık yerlerde insanlar birbirine omuz çarpmamaya dikkat ederdi.
Tanzimat’tan itibaren, şehir içi düzen ve kamusal alan kullanımı üzerine ahlak kuralları belediye nizamnamelerine bile yazıldı.
Cumhuriyetin ilk yıllarında, halk otobüslerinde kadınlara yer verilmesi, yaşlıya öncelik tanınması “medeni yurttaşlık” kültürünün parçasıydı.
Ancak 2000’li yıllardan itibaren bireysellik, öfke yönetimi yoksunluğu ve empati eksikliği, toplu taşıma gibi kamusal alanlarda ciddi bir yozlaşmaya yol açtı.
OLUMLU YANLAR: HALA UMUT VAR MI?
Olayın ardından sosyal medyada on binlerce insanın tepki göstermesi, toplumun hâlâ vicdan taşıdığını gösteriyor.
Görüntülerin kamuoyuna açık hale gelmesi, baskı yoluyla yargının harekete geçmesini sağladı.
Bazı sivil platformlar, "Toplu Taşıma Kültürü" eğitimleri öneriyor ve bu konuda kamu spotları üretiyor.
Olaya tanıklık eden bazı vatandaşlar sonra mağdura ulaşıp destek olmaya çalıştı.
Bu tepkiler, sessiz çoğunluğun aslında hâlâ doğru bir vicdana sahip olduğunu gösteriyor.
OLUMSUZ YANLAR: ŞİDDETİN NORMALLEŞMESİ, SAYGININ YOK OLMASI
Toplu taşımada yaşanan bu olay, kişisel alanın yok sayıldığı, saygının unutulduğu, öfkenin öncelik kazandığı bir toplum düzeninin göstergesidir.
Şiddete tanık olanların suskun kalması, toplumsal pasifleşme ve normalleştirme refleksinin ne kadar derinleştiğini gösteriyor.
Saldırganların “kaçabilmesi” ya da serbest bırakılması, adaletin caydırıcılığını azaltıyor.
En önemlisi, çocukların gözleri önünde yaşanan bu travmatik olay, bir neslin şiddeti görerek büyümesine neden oluyor. Bu, geleceğin sosyal yapısını tehdit eden bir tehlikedir.
SONUÇ: SADECE TRAMVAYDA DEĞİL, TOPLU VİCDANDA BİR DURAKTA DURMALIYIZ
Kamusal alanlar, toplumların birlikte yaşama kültürünün aynasıdır.
Bir baba çocuklarıyla seyahat ederken güven içinde olamıyorsa, bir kişi haklı bir uyarı yaptığı için yumruk yiyorsa, orada artık sadece bireyler değil, toplumun tamamı hasar alıyor demektir.
Bu bir asayiş sorunu değil, medeniyet krizidir.
Toplum olarak yeniden ahlak, empati, saygı, hak, hukuk, sorumluluk gibi ortak değerlerde birleşmemiz gerekiyor.
OKUYUCUYA SORULAR:
Kamusal alanda bir haksızlığa tanık olduğunuzda ne yapıyorsunuz?
Toplumda şiddet bu kadar yaygınlaşmışken, birey olarak sorumluluğumuz nedir?
Çocuklarımızın bu gibi olayları izleyerek büyümesi sizce nasıl bir geleceğe yol açar?
Toplu taşımada ya da sokakta, birbirimize saygıyı yeniden nasıl öğretebiliriz?
Sessiz kalmak mı suç, yoksa itiraz etmek mi cesaret?